menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Üretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler

12 1
08.08.2025

İşçi sınıfının mücadeleleri, yalnızca hak arayışı değil, üretici güçlerin gelişimini tetikleyen tarihsel bir dinamiktir. Grevler ve toplu talepler, kapitalistleri teknik yeniliklere zorlayarak üretimi dönüştürmüştür. Bu nedenle grev hakkının kısıtlanması, sadece sendikal değil, toplumsal ilerlemeye karşı da bir engeldir. Tarihsel deneyimler, güçlü sendikaların hem işçi refahını hem de ülke ekonomisini ileri taşıdığını göstermektedir.

Geçenlerde Türk-İş’in kararlaştırdığı “Genel Grev”, geçmişte olduğu gibi bugün de hükûmet tarafından, “Milli güvenlik” gerekçesiyle “2 ay süreyle” yasaklandı. Bu yasaklamanın milli güvenlik gerekçesi ile ne ilgisi olduğu bir yana, biz burada olgunun, yani işçi sınıfının hak arama mücadelelerinin -ki buna grev de dahildir- toplumsal gelişmedeki, yani üretici güçlerin gelişmesindeki rolüne değinmek istiyoruz.

Önce konuyu tarihsel açıdan ele alalım.

Toplumsal mücadelelerin tarihine bakıldığında, bu mücadelelerin üretici güçlerin gelişimi ve dolayısıyla toplumsal ilerleme üzerindeki etkisi açıkça görülür. 1. Sanayi Devrimi’nin başlarında, İngiltere’de işçi sınıfı çalışma saatlerinin kısaltılması ile kadın ve çocuk emeğinin sınırlandırılması için kitlesel direnişler gerçekleştirdi. Öte yandan ABD’de, rezerve işçi ordusunun bulunmaması ve istihdam açığı nedeniyle işçi sınıfı daha etkili bir konumdaydı. Bu durum, ülkede ücretli işçi bulmanın zorluğuna ve dolayısıyla ücretlerin oldukça yüksek olmasına yol açtı.

Bu durum girişimcileri, kapitalistleri var olan işgücü açığını kapatmak amacıyla üretimde teknik yenilikleri geliştirmeye ve uygulamaya zorladı. Kuzey Amerika’daki teknolojik ilerlemenin ve üretici güçlerin gelişmesinin Avrupa’dan geri kalmamasının en önemli nedenlerinden biri budur. Fordist üretim tipinin, Taylorist iş-üretim organizasyon konseptinin ABD’de ortaya çıkması da bu açıdan bir tesadüf değildir.

Bir örnek de İngiltere’den: 18. yüzyılda dünyadaki en yüksek ücretler bu ülkede idi. Tabii bunun bir nedeni de 14. yüzyılın ortasında Avrupa’yı kasıp kavuran ve yüzbinlerce insanın ölmesine neden olan veba salgını idi. Avrupa’da işgücünü azaltan bu etmenden dolayı önce her yerde ücretler arttı, daha sonra salgının etkileri ortadan kalkınca ücretler tekrar düşmeye başladı. Ancak tek bir istisna ile: İngiltere.

Kapitalizmin yükselişiyle birlikte, toplumsal eşitsizlikte gözlemlenebilir artışa rağmen ortaya çıkan refah artışı, Londra ve Amsterdam’daki işçilerin kazançlarının 1500-1800 arasında (önce – ZA) nominal olarak artmasını ve (sonra da – ZA) reel olarak hemen hemen aynı kalmasını sağlayacak kadar büyüktü. Oysa kıtada ücretler, örneğin Viyana ve Floransa’da, nominal olarak hemen hemen aynı kaldılar ve reel olarak azaldılar. Avrupa’nın kuzeybatı ucu (özellikle İngiltere) ile kıtanın çoğu arasındaki batı-doğu zenginlik farkı 1800’de güçlü bir şekilde belirginleşti, oysa bu 1500’de neredeyse hiç yoktu.”¹

Gelişen dünya ticareti ile ekonominin yükselmesi........

© Perspektif