Akif Cephesinden Birinci Meclis
Türkiye’ye biçilen rolü kabullenen yeni Türkiye’nin yöneticileri için bir zamanlar özel olarak davet edilen Akif ve fikriyatı artık yük hâline gelmiştir.
- YUSUF TOSUN
- 23 Nisan 2025
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM-23 Nisan 1920) açılışı ve Cumhuriyet’in (29 Ekim 1923) ilanından bu yana bir asrı aşkın zaman geçti. Yeni bir yüzyılın kapılarını aralarken hem devlet ricalinden hem de birçok yazar, aydın, münevver tarafından ortaya konulan iddialı hedeflerle birlikte mütevazı katkılar da yazılıyor, çiziliyor, konuşuluyor.
Bireylerde olduğu gibi toplum ve devletlerde de değişim, dönüşüm ve de başkalaşım hali devam ediyor. Hâl bu iken geçmişe sünger çekerek geleceğe yol almak mümkün olmadığı gibi geçmişin taklit hali de çözüm değildir. Olması gereken; yerel şartları ve dünyanın genel ahvalini de dikkate alarak geçmişten faydalanmak ve değişim-dönüşümden nasiplenerek yeni güzergâhta emniyetle yol almaktır.
Ne var ki sürekli değişim halinde olan ama nihayetinden tekürrür-ü tarih halini de aşamayan zamanlardan geçiyoruz.
Bundan tam yüz beş (105) yıl önce açılan TBMM’nin tarihe Birinci Meclis olarak geçen (1920-1923) dönemi her yönüyle incelenmeye, irdelenmeye, konuşulup tartışılmaya değer hem bir zaman dilimi hem de bir modeldir. Anadolu’nun düşman işgali altında olduğu, Kurtuluş Savaşı’nın tüm hızıyla devam ettiği, top seslerinin Ankara’dan duyulduğu, Başkent’in Kayseri, Malatya illerine taşınmasının konuşulduğu bir dönemden bahsediyoruz. Elbette ki bütün bunların tüm yönleriyle ele alınması, konuşulması ve tartışılması gerekiyor. Biz de bu yazımızda sürece bir katkı babından Akif cephesinden Birinci Meclis ve o dönem yaşananları ele alacağız. Ama önce 1920-1923 yıllarını kapsayan “Birinci Meclis”i hatırlayalım:
Birinci Meclis
Aslında Türkiye’nin siyasi tarihindeki ilk Meclis, Osmanlı döneminde Dolmabahçe Sarayı’nda yapılan törenle 19 Mart 1877’de açılan ‘Meclis-i Umumi’dir.
Ama bizim için bahis mevzusu olan ilk meclis ya da Birinci Meclis, 23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanıp, 1 Nisan 1923’te yeni seçim kararı alarak 15 Nisan 1923’te son oturumunu yapmış olan yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucu Meclisi’dir. Bu İlk meclis bir bakıma Meclis-i Mebusan’ın devamı niteliğinde bir meclistir. Çünkü bu Birinci Meclis’te yer alan milletvekillerinin çoğu 16 Mart 1920’de son kez toplanan Meclis-i Mebusan milletvekillerinden oluşmaktadır.
Aslında Birinci Meclis’in açılış aşamasında Osmanlı Devleti hâlâ İstanbul’da hüküm sürmekteydi. Ancak kurulan yeni meclis 1 Kasım 1922’de aldığı kararla Osmanlı Devleti’ne son vermiştir. Yeni devletin nihaî şekli olan Cumhuriyet ise 29 Ekim 1923’te İkinci Meclis tarafından ilan edilmiştir.
İlk Meclis’le ilgili önemli bir belgesele de imza atan Kemal Öztürk söz konusu Birinci Meclis’le ilgili şunları kaydeder:
“Yıkılmış ve işgal edilmiş bir imparatorluktan arta kalanlar, şimdi bir Meclis kurarak özgürlüklerine kavuşmanın yollarını arıyorlardı.127 kişi İmparatorluk tarihinin en sivil, en demokratik ve en renkli meclisinin açılışını yaptılar. Bağımsızlık için, özgürlük için, halk iradesi için savaştılar. Anadolu kutsal bir direnişe ev sahipliği yapıyordu. İlk Meclis bu savaşın tek merkezi, tek yönlendiricisiydi. Meclisin içindekiler, kimi zaman tartıştı, kimi zaman ümitsizliğe düştü, kimi zaman tek vücut oldu. Ama tek hedefleri olan bağımsızlıktan asla taviz vermediler. Sonunda hayallerini süsleyen zafere ulaştılar. Zafer sonrası yaşananlar, anlatılmamış bir tarihin perde gerisindeki buruk hatıralar olarak kaldı.” (1)
Lakin o ‘buruk hatıralar’ bu milletin hafızasında hiçbir zaman silinmedi. Bu millet her zor durumda bırakılıp sıkıştırıldığında zihinlere kazınan o İlk Meclis ruhu tıpkı Akif gibi ‘Korkma!’ diyerek yeniden dirildi, canlandı, kükredi. En son 15 Temmuz’da bu ruha şahitlik yaptık. Hatırlayacak olursak Birinci Meclis, Temsil Heyeti adına Mustafa Kemal tarafından yayınlanan bir genelge ile bütün milletvekilleriyle birlikte 23 Nisan 1920 Cuma günü Hacı Bayram-ı Veli Camii Şerifi’nde Cuma namazı kılındıktan sonra Meclis Binası’na gidilmiş; hatimler, dualar, yurt genelinde okunan mevlitler eşliğinde açılmıştır. İkinci Meclis açılıncaya kadar da yukarıda ifade edilen ruhla çalışmalarını sürdürmüştür. İşte Mehmet Akif de bu ruhla Birinci Meclis’te yer alan milletvekillerdendir.
Akif’in Ankara’ya İntikali
Ankara’da Birinci Meclis açılırken Akif de düşman işgali altında olan İstanbul’dan Ankara’ya gelme telaşı ve hazırlığı içindedir.
Akif, İstanbul’da iken son Osmanlı Meclis-i Mebusanı 16 Mart 1920’de İngilizler tarafından basılarak dağıtıldı ve birçok mebus tutuklandı. İki gün sonra da meclis kapatıldı. Artık İstanbul fiilen de işgal edilmiş, şehir karamsar bir havaya bürünmüştü. Öyle ki işgal kısa zamanda dayanılmaz bir hâl aldı.
Yukarıda ifade edildiği üzere İstanbul’da bu gelişmeler olurken 23 Nisan 1920 günü Ankara’da 66 vilayetten gelen milletvekilleri ve işgal altındaki İstanbul’dan kaçabilen bir kısım milletvekilinin katılımıyla Büyük Millet Meclisi açıldı.
Bu gelişmelerin yaşandığı süreci Akif’in kızlarından Feride Akçor, 11 Eylül 1975’te Hayat Mecmuası’nda kendisiyle yapılan bir röportajda şu şekilde anlatıyor:
“16 Mart’ta İstanbul işgali tahakkuk etti. (O sırada Çengelköy’de oturuyorduk) Türk aydınları Malta Adası’na sürgün edilmek üzere birer ikişer tevkif edilmekteydiler. Evleri gece veya gündüz, birdenbire basılıyor ve kendileri alınıp götürülüyorlardı. Bir hafta böyle geçti. Etrafımızdaki halka gittikçe daralmaktaydı…”
Bütün bu olup bitenler karşısında, Akif ihtiyaca binaen Ankara’dan çağrılmaktadır. 7 Eylül 1919 Sivas Kongresi’nde tanınmış bazı vatanseverlerin Ankara’ya çağrılması kararı alınmıştır. Akif de Hey’et-i Temsiliye vasıtasıyla eski dostu Ali Şükrü Bey üzerinden Ankara’ya davet edilmiştir.
Kimliği hatırlanmayan, yürüyüşünden asker olduğu yolunda bir kanaat oluşturan bir zat ya da bir subay ile Çengelköy’deki evinde yarım saat konuşan Akif’i düşünceli bir hâl almıştır.
Söz konusu olan vatandır ve vazife kutsaldır. Mazeret kabul edilmemektedir. Akif bu çağrıyı emir telakki etmiş ve mutlaka bu isteğin yerine getirilmesi gerektiğini düşünmüştür. Artık icma-ı ümmetin Anadolu’da oluştuğu kanaatine sahiptir. Düşüncelerini sadece yakın arkadaşı Eşref Edip ve damadı Ömer Rıza Doğrul ile paylaşır. Sonuçta Akif’e Ankara yolu görünmüştür.
Akif’in Eşref Edip’e söylediği aşağıdaki sözleri, o dönemin halet-i ruhiyesini açıkça ortaya koyması bakımından önemlidir:
“Artık burada duracak zaman değildir. Gidip çalışmak lazım. Bizim tarafımızdan halkı aydınlatmaya ihtiyaç varmış. Çağırıyorlar. Mutlaka gitmeliyiz. Ben yarın Ankara’ya hareket ediyorum. Hiç kimsenin haberi olmasın. Sen de idarehanenin işlerini toparla, ‘Sebilürreşat’ klişesini al, arkamdan gel. Şeyhülislâmlık makamındakilerle de görüş, Harekât-ı Milliye aleyhinde bir harekette bulunmasınlar.”
Kuvây-ı Milliye’ye katılmak isteyen ve aralarında Mehmet Akif gibi meşhur isimlerin (İsmet Paşa, Fevzi Çakmak, Celâleddin Arif Bey, Ali Fuat Cebesoy’un babası İsmail Fazıl Paşa, Halide Edip Adıvar ile eşi Adnan Adıvar) de bulunduğu çok sayıda kişi, Anadolu’ya Atâ Efendi’nin yardımıyla Özbekler Tekkesi üzerinden geçmişlerdir.
Oğlu Emin Akif’ten öğrendiğimize göre; Çengelköy’de büyük evlerinde oturdukları bir gün sabah erkenden Mehmet Akif kendisini uyandırıyor ve Üsküdar’a doğru yol alıyorlar. O zamanlar Emin Akif on iki (12) yaşlarındadır. Çengelköy’le Karacaahmet arasındaki yolu süratle kat ediyorlar. Karacaahmet Mezarlığı civarında kendilerini bekleyen ve içinde Ali Şükrü Bey’in de olduğu paytona binip Kısıklı üzerinden hareket ediyorlar. İkindi civarı Alemdağ arkalarındaki bir çiftliğe varıyorlar. Bir müddet istirahat ettikten sonra tekrar yola çıkıyorlar. Geceyi civar köylerde geçirdikten sonra, ertesi sabah erkenden yola koyulup o gün akşama doğru İzmit ile Adapazarı arasında bir köye varıyorlar. Orada Kuvay-ı Milliye birliklerine cephane götüren bir kafileyle birlikte yola koyulup,........
© Perspektif
