menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Bourdieu Sosyolojisi Bağlamında Köy Enstitülerini Yeniden Hatırlamak

10 1
17.04.2025

Köy enstitüleri; idealist, fedakâr, irade sahibi öğretmenler yetiştirmesi, yaparak yaşayarak ve doğal öğrenme metotlarını kullanması yönüyle pedagojik bakımdan değerli bulunabilir. Sosyolojik zaviyeden bakıldığında ise otokratik bir zihniyetle tepeden inme, dönüştürücü, zorunlu modernleştirici bir misyona sahiptir.

Modern dönem ideallerinden gelişme, ilerleme ve kalkınma gibi kavramlarla eğitim arasında stratejik bir ilişkinin öngörülmesi, devletin eğitim müfredatı, ders kitapları ve öğretmen yetiştirme üzerinde ciddi bir inisiyatif almasına yol açmıştır. Toplumu dönüştürme, yeni bir kimlik yaratma ve belirlenen ideolojiyi hâkim kılma adına öğretmen yetiştirilmesi daima önemsenen bir eğitim pratiği olmuştur. Tanzimat’tan bu yana istikrarsız bir seyir izleyen öğretmen yetiştirme sürecine, onlarca kurumsal denemeden sonra bugün kadük bırakılmış 40 yıllık eğitim fakülteleri yanında Milli Eğitim Akademisi örneğiyle devam edileceği görülmektedir. Modern eğitim hayatımızda öğretmen yetiştirme ve özgün eğitim modeli denildiğinde akla gelen, 1940’lı yılların bir eğitim denemesi olan ve bir tür mite dönüşen öğretmen yetiştirme projesi Köy Enstitülerini, kuruluşunun 85’inci yılında Pierre Bourdieu’nun kuramı çerçevesinde yeniden hatırla(t)mak anlamlı olacaktır.

Köy Enstitülerini Doğuran Şartlar

Türkiye modern anlamda öğretmen yetiştirmeye 16 Mart 1848’de Dârülmuallimîn ile başlamış ve o günden bu yana 40’a yakın model denemiştir. Cumhuriyet’in ilanı sonrasında yeni bir zihniyet, kültür ve kimlik temelli ideal toplum yaratmanın muhkem yollarından biri yaygın kamusal eğitim olarak görüldü. Nüfusun yüzde 80’i kırsal kesimde yaşadığından, özellikle 1930’ların başından itibaren köye yönelik eğitim ve öğretmen yetiştirmenin yolları yeniden aranmaya başlandı. Bu arayışın temelinde yeni rejimin, 1930 sonrasında milletten beklediği teveccühte ciddi şüpheye düşmesi ve inkılapların daha planlı bir şekilde çevreye yayılması isteği vardı. Bu sebeple köycülük ve köye yönelik eğitim bir anda arttı.

Aslında köycülük, köycü söylem ve köylülerin eğitilmesi, Avrupa’da 1910’lardan sonra başta şehirleşme ve sanayileşmenin menfi neticelerine bir eleştiri ve alternatif olarak milliyetçilik, ulusçuluk ve özgün kültür arayışları çerçevesinde başlamıştı. Bu siyasi ve entelektüel akım, II. Meşrutiyet Dönemi’nde Osmanlı aydınları arasında da karşılık bulmuş, 1916’da Kastamonu mebusu İsmail Mahir Efendi ve daha sonra sosyalist fikirleriyle meşhur Ethem Nejat, köye yönelik öğretmen yetiştirmeye dair projeler geliştirmişlerdi. Türkiye’deki köycü söylem Avrupa’daki entelektüel ve tabii zemininden yoksundu. Yeni rejim seçkinlerinin kırsal kesime yönelik politikaları, ideolojik amaçlara gömülü ve çeşitli paradokslar barındırıyor olsa da bu seçkinlerin, kalkınma-modernleşme istediklerinden şüphe yoktu. Söz konusu istek, onları, seçkinliklerini koruyacak arayışlara sevk ediyordu. 1933’te yayımlanmaya başlanan rejimin propagandist-popüler yayını Ülkü, ilk sayısında, “köylülerin şehirlere olası akınını engellemenin çarelerini” arıyordu. Millet Mekteplerinde ve Halkevlerinde bazı etkinliklere yer verildiyse de yeterli görülmediğinden 1933’ten sonra daha somut projelere başvuruldu. Bu operasyonel misyon için inkılapçı, köycü söylemin kalemşorlarından Reşit Galip göreve çağrıldı, fakat onun da ömrü, hedeflerinin başında yer alan üniversite reformunu yapmaya yetti.

Türkiye’de köye yönelik öğretmen yetiştirme denemesi, 1926’da Denizli ve Kayseri’de açılan iki okul ile başlamışsa da yeterli öğretmen adayı bulunamaması ve henüz bilinmeyen başka sebeplerle bu okullar beş senelik deneyimin ardından kapanmıştı. 1936’ya gelindiğinde Silistre doğumlu, Dârülmuallimîn’den mezun, Almanya’da pedagoji eğitimi almış, dönemin İlköğretim Genel Müdür vekili İsmail Hakkı Tonguç ve pedagog Rauf İnan’ın öncülüğünde; askerliğini çavuş ve onbaşı olarak yapan erleri altı aylık formasyon eğitiminden sonra “eğitmen” sıfatıyla köylere öğretmen yollama denemesi başlatıldı. Zaman ve maliyet koşullarının elverişliliği projeyi daha da geliştirilebilir kıldı ve 1937’de dört merkezde başlayan ve zamanla artan Köy Öğretmen Okulları uygulamasına geçildi. İki yıllık tecrübenin daha da ileriye taşınması için yeni Maarif Vekili olarak atanan Hasan Âli Yücel, Tonguç’u özel yetkilerle ve imtiyazlarla donatarak yeni bir öğretmen yetiştirme modelini hayata geçirmekle görevlendirdi.

Köy Enstitülerinin Kuruluşu ve Pratikler

Ekonomik kalkınma arayışları doğrultusunda, yeni rejimin toplumsal temelinin sağlamlaştırılması ve köylülere merkezî değerlerin benimsetilmesi, yine onlardan devşirilecek “misyoner”lerle mümkün olabilirdi. Yeni projenin amacı köylüleri, köylüler eliyle, çalışkan ve üretken insanlar halinde ve köyde yaşayacak şekilde eğitebilmek için rejime sadık öğretmenler yetiştirmekti. 17 Nisan 1940’ta kabul edilen kanundan sonra ülkenin coğrafi bölgelerine dengeli biçimde dağıtılacak şekilde toplam 21 köy enstitüsü peyderpey kuruldu. Enstitülerin kuruluşu sırasında tek partili Meclis’te ciddi tartışmalar oldu ve kanunun görüşüldüğü oturuma 146 mebus katılmadı. Bu durum, projeye daha başlangıçta vekiller arasında bile derin bir itirazın ya da şüphenin duyulduğunu göstermekteydi. Projeye başta siyasi ve ideolojik kaygılar olmak üzere, köy ağalığı, toprak reformu, dinî ve ahlaki değerler gibi sebeplerle karşı çıkanlar vardı. Dönemin devletçilik paradigmasının iktisadi boyutu doğrultusunda enstitülerin hazineye minimum yük getirmesi tasarlandı. Enstitü kurulacak bölgelerde araziler istimlak edildi. Köylülerden çoğu bunu topraklarının ellerinden alınması şeklinde gördü. Dahası, şehir okullarını devlet yaparken, enstitülerin inşası tamamıyla köylülere ve öğrencilere bırakıldı. Her köylü senede en az 20 gün, zorunlu olarak enstitünün inşaat işlerinde çalışacak ya da bunun karşılığında usta parası verecekti. Ayrıca inşaatın kereste, yol, su gibi işleri ve malzemeleri de köylülerce temin edilecekti. Dönemin despotik/otokratik devletlerinde de görülen ve Türkiye’deki mücessem örneği köy enstitüleri olan “zorunlu köylü emeği” söz konusu olduğunda, kurum müdafileri çoğu kez susmayı tercih etseler ya da bunları zaten köylülerin “gönüllü” yaptıklarını söyleseler de pek çok araştırma bunun aksini ikrar ve ispat etmektedir. Bozkırdaki Çekirdek böylesi bir ayrımcılığın........

© Perspektif