menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Öcalan’ın Çağrısında Kurgu ve Gerçek

11 1
07.03.2025

PKK’nın Kürt toplumunun bütün çeşitliliğini tek tipçi bir ideolojik potada eritme girişimi, Kemalist ideolojinin beyhude çabasına benzer biçimde gerçeğin duvarına toslamıştır. ‘Tarihsel sosyoloji’ ayrılığa, ayrışmaya, düşmanlığa direnmiş ve Öcalan’ın yarım ağız dile getirdiği gibi ‘sosyalizmin çöküşü ve ülkede kimlik inkârının çözülüşü, ifade özgürlüğünde sağlanan gelişmeler, PKK’de anlam yoksunluğuna yol açmıştır’.

‘Sırp geldi buraya vatan sahibi oldu, Boşnak, Bulgar geldi vatan sahibi oldu, Arnavut geldi, Arap geldi vatan sahibi oldu ama vatanın öz be öz sahibi Kürt, akılsız fanatiklerin hırsları yüzünden ayak takımı oldu, kendi toprağının üzerinde azınlık oldu, terörist oldu…’

Merhum Haci Resul¹

Osmanlı’nın idaresinin bir cennet olduğunu sanmıyorum. Ama Avrupalı çağdaşları gibi oldukça farklı bağlılıkları bir arada tutabilmenin yolunu bilen akil bir siyasa takip ediyordu Osmanlı. Katmanlı bir siyasal sürece dayanan bu devlet tarzının ayakları; hanedan çıkarları, dolaylı yönetim, fiili temsil, farklı etnik yapılar arasında aracılık, geniş bir partikülerizmi olumlayan yerel kontrol mekanizmaları ve bütün bunlar arasında kurulan ilişki ve dengeydi. Buradaki incelik, bütün bu karmaşık siyasal temsil süreçlerinin dayandığı coğrafi, dinî ve etnik yapıların ‘gerçek’ olmasıdır. Oysa ulus devletler, hemen tamamı ‘kurgu’ bir argüman setiyle yeni bir ‘yurttaş’ tanımlıyor, devletin yönetici sınıfı, tanımlanmış bir ‘ulusal çıkar’ adına saldırgan bir mücadeleye girişiyor ve yine ulus adına, yurttaşların gösterebileceği başka tür bağlılıkları mutlak manada dışlamak üzerine temellenen bir siyasa takip ediyordu.

40 yıldır ağır bir şiddet ve terör sarmalında ülkeyi esir alan süreç kabaca ulus devletin ‘başka tür bağlılıklara’ zinhar tahammül etmeyen, bu bağlılıklara sistem içinde yer açmayı başaramayan kısır yapısından kaynaklanmaktadır. Devlet eliyle yaratılan milliyetçilik bu sefer ‘devlet kurmaya çalışan milliyetçiliği’ doğurmuştur.² Nitekim uzun yıllar önce varlığı inkâr edilen, ardından dili, kültürü kamusal alandan silinen Kürtler içinden ve adına, neredeyse küresel bir terör ağı olarak PKK ve bağlı networkü çıkmıştır. Kürdün murat ettiği bu muydu çok tartışılır. Tam da Giddens’in dediği gibi: Sosyal yaşamdaki olay ve süreç, katılımcıların hiçbiri tarafından amaçlanmamıştır. Sosyal bilimlerin görevi de sosyal kurumların, bireysel aktörlerin amaçlarından uzaklaşmaları ile ortaya çıkmaktadır.³

Osmanlı’nın sahneden çekilmesiyle kurulan Cumhuriyet, ilk döneminde imparatorluktan tevarüs ettiği bu çoklu ‘bağlılıklara’ saygılı bir görüntü vermektedir. Ama çok geçmeden, Kurtuluş Savaşı’nda yedi düvele karşı savaşmış ‘millet’ yeniden tanımlanacak, yeni kurgu kimliğin ölçülerine uymayanları Prokrustes⁴ gibi kesip biçmeye kalkışacaktır. Söz konusu aykırı bağlılıklar sadece etnik yapıyla ilgili değildir, dinî, mezhebî, kültürel hemen her alanda benzer bir homojenleştirme politikası uygulanmıştır. İşte bu homojenleştirme politikasının sonucu olarak, ‘Kürt Sorunu’ diye kavramsallaşan olgu, şiddete dayalı maksimalist fanatizmden makul kültürelci yaklaşımlara, ayrılıkçı sosyalist ideolojilerden ilkel ırkçılığa, İslamcılıktan liberal demokratlığa kadar siyasal yelpazenin hemen bütün taraflarını içinde barındıran oldukça flu, amorf bir siyaset evreni yaratmıştır. Bu evrenin son 40 yılına damgasını vuran PKK terörü ve bu terörün ‘Kürt siyaseti’ üzerinde kurduğu ağır vesayet ise kendi başına bir ‘evren’ olmuştur.

Kurduğu örgütler, geliştirdiği insan tipi, Kürtçe veya Türkçe fark etmeksizin kendi iç evreninde kullandığı ilginç ‘dil’, ittifakları, küresel networküyle PKK, ‘meşruiyetini’ Kürt’ten alsa da gerçekten bambaşka bir evrendir artık. Bugünlerde gündemin en önde gelen konusu olarak PKK lideri Öcalan’ın açıklamasının, bütün sadeliğine ve açıklığına rağmen, hepimizi sıkı bir ‘tefsire’ ve kadrolu Öcalan ‘müfessirlerine’ yönlendirmesi,........

© Perspektif