menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Hindistan’ın Dönüşen Filistin-İsrail Politikası

7 1
10.03.2025

Hindistan’ın Filistin-İsrail meselesine yaklaşımındaki dönüşüm bir gecede, yani 7 Ekim 2023’te gerçekleşmedi. İsrail ile yakınlaşmanın her alanda işbirliğine dönüşmesi, mevcut Hindistan Başbakanı Narendra Modi liderliğindeki Hindu milliyetçisi BJP’nin 2014 yılında iktidara gelmesi ile ivme kazandı.

Hamas’ın İsrail’e yönelik 7 Ekim saldırısından sonra Hindistan’ın Filistin-İsrail politikasının değiştiği yönünde spekülasyonlar artmış durumda. Hindistan’ın 7 Ekim’den sonra Gazze’de savaş sürerken İsrail’e silah satması ve BM’de İsrail lehine oy kullanması (ya da çekimser kalması), bazı siyasi çevrelerce Hindistan’ın İsrail politikasında yeni bir dönüşüm olarak analiz ediliyor. Ancak son olaylar Yeni Delhi’yi İsrail’e daha da yakınlaştırsa da Hindistan’ın Filistin-İsrail meselesine yaklaşımındaki bu dönüşüm bir gecede, yani 7 Ekim 2023’te gerçekleşmedi. Aslında bu dönüşüm uzun suredir -kademeli olarak- gerçekleşen bir süreçti. Söz konusu yakınlaşmanın her alanda işbirliğine dönüşmesi, mevcut Hindistan Başbakanı Narendra Modi liderliğindeki Hindu milliyetçisi BJP’nin 2014 yılında iktidara gelmesi ile ivme kazandı. Bu ivmede; Rusya’ya olan askerî bağımlığını azaltmak isteyen Yeni Delhi’nin, İsrail sanayiine bağımlılığının artması, Filistin meselesinde Arap ülkelerinin değişen algı ve hassasiyeti, Hindistan’da seçim koalisyonlarına geçiş ve Müslümanların giderek azalan siyasi etkisi, en önemlisi de Hindistan diş politikasında Nehruvian-etik dış politikadan ideolojik (Hindutva merkezli) dış politikaya geçiş önemli rol oynamıştır.

Soğuk Savaş Döneminde Hindistan’ın Filistin ve İsrail’e Yönelik Nehruvian Politikası

Hindistan’ın İngiliz yönetiminden bağımsızlığını kazanmasından yaklaşık 10 yıl önce, Ekim 1937’de Hindistan Ulusal Kongresi, İsrail’in Filistin’de devletleşme planına karşı Filistin ulusal hareketine desteğini ilan eden bir kararı kabul etti. Dönemin Hindistan bağımsızlık liderlerinden hem Mahatma Gandhi hem de Jawaharlal Nehru, bölgede bir Filistin devletinin varlığından yana olup, bölgenin esasen Filistinlilere ait olduğunu defaatle dile getirmişlerdir. Gandhi, 1938 yılında konu ile ilgili yaptığı açıklamada, Arapların rızası olmadan Yahudilerin Filistin’i yurt edinmesinin doğru olmadığını belirterek, “İngiltere’nin İngilizlere, Fransa’nın Fransızlara ait olduğu gibi Filistin de Araplara aittir demiştir.

Benzer şekilde, İsrail politikalarının bölgede barış ve istikrarı baltaladığını öne süren Nehru da İsrail’in bölgedeki faaliyetlerine karşı çıkan bir politik duruş sergilemiştir. Filistin esasen bir Arap ülkesidir ve Arapların rızası olmadan hiçbir karar alınamazdiyen Nehru, Filistin topraklarında bir Yahudi devletinin kurulmasının doğru olmadığını savunmuştur. Nehru, bu politikasını, bağımsız Hindistan’ın ilk başbakanı olduktan sonra da sürdürmüştür. Hindistan, İsrail’in 1948’de BM’ye üye olma oylamasında ret oyu kullanan ilk Arap-olmayan ülkelerden biri olmuş ve 1950 yılına kadar İsrail’i resmî olarak tanımamıştır.

Şüphesiz Nehru’nun söz konusu tutumunda bazı -iç ve dış- faktörler etkili olmuştur. Öncelikle Kongre Partisi’nin Meclis’te çoğunluğu elinde tutması, Nehru’nun muhaliflere karşı dik durmasına imkân tanımıştı. İkincisi, hükümet, bağımsızlıktan sonra Hindistan’da kalan Müslüman nüfusu kızdırmak istemiyordu. Üçüncüsü ise Hindistan’ın, enerjiye olan ihtiyacı ve diğer ticari ilişkileri açısından zengin Arap ülkeleriyle ilişkileri iyi tutmak zorunda kalmasıydı. Kongre Partisi, o dönemde Arap ülkelerinin, sömürgeden yeni kurtulmuş harap Hindistan ekonomisi için İsrail’den daha avantajlı olduğunun ve daha somut fırsatlar sunduğunun farkındaydı. Yeniden bir sanayi kurmaya çalışan bir ülkenin, Arap dünyasının doğalgazı ve petrolüne olan bağımlılığı ise işin en önemli kısmını oluşturuyordu. Zira bu durum ilerde Hindistan politikalarının ne denli fayda sağladığını göstermiş ve Hindistan, Arap ülkelerinin İsrail’i destekleyen devletlere yönelik petrol ambargosundan muaf tutulmuştur.

Dönüm Noktası: Hindistan-Çin Savaşı ve Sonrası

1962’deki Hindistan-Çin Savaşı sırasında, Başbakan Nehru, aralarında donemin İsrail Başbakanı Ben-Gurion’un da bulunduğu dünyanın dört bir yanındaki liderlere acil destek talep ettiği bir mektup göndermişti. Nehru’nun yardım isteği üzerine İsrail, kendisini diplomatik olarak tanımayan Hindistan’a ağır topçu silahları ve cephanelik yardımında bulunmuştur. Bu durum iki ülke arasında, günümüze kadar artarak devam eden askerî işbirliği için bir dönüm noktası olmuştur. Ancak Yeni Delhi, Ben-Gurion’un tüm askerî ve istihbarat desteklerine rağmen İsrail’le ilişkileri gizli tutmak niyetindeydi. Zira Hindistan o donemde hem İsrail’i resmî olarak tanımıyor hem de enerji konusunda bağımlı olduğu Körfez-Arap ülkelerini öfkelendirmek istemiyordu. Fakat kısa süre sonra bu işbirliği ile ilgili gelişmeler Hint basınına sızdırıldığında, Hindistan hükümeti, önce söz konusu işbirliği boyutunu küçümsedi, daha sonra ise ilişkiler reddedildi ve işbirliği görünürde iptal edildi. Yeni Delhi, ilişkilerin arka planda ve sadece askerî alanla sınırlı kalması niyetindeydi.

1982 yılına gelindiğinde İsrail, Lübnan’a yönelik saldırıları nedeniyle bir kez daha Hindistan başbakanı İndira Gandhi tarafından kınanmıştır. Babası Nehru gibi İndira Gandhi de Ortadoğu’da kalıcı ve adil bir çözümün, bağımsız bir Filistin Devleti’nin kurulması ve Filistin halkının haklarının tanınmasıyla bağlantılı olduğunu belirtmiş ve İsrail ile var olan ilişkilerin kopma noktasına gelmesine neden olmuştu.

Öte yandan Hindistan, 1974 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü’nü (FKÖ) diplomatik olarak tanımış ve 1988’de ise Filistin Devleti’ni tanıyan Arap olmayan ilk ülkelerden biri olmuştur. Ayrıca bu ilişkilerin tek taraflı olmadığına da dikkat çekmek gerekir. Hindistan, 1996’da........

© Perspektif