Mario Vargas Llosa’nın ve küreselleşmenin ölümü
Latin Amerika edebiyatının en önemli yazarlarından Mario Vargas Llosa geçtiğimiz günlerde 89 yaşında yaşamını yitirdi. Llosa’nın bizim açımızdan (Yani ekonomi kamuoyu açısından) en önemli yanı 1990 yılında, o dönemde dünyada esen liberalizm fırtınasının temsilcisi olarak Peru’da devlet başkanlığına adaylığını koymasıydı. Llosa yüzde 40’a yakın oy alarak kazanmaya çok yaklaştığı bu seçimi daha sonra yolsuzluktan tutuklanacak olan Alberto Fujimori’ye kaybetmişti…
1980’lerde İngiltere’de Thatcher’le başlayan, Türkiye’de Turgut Özal’ın temsilcisi olduğu liberalizm dalgasının temel ilkelerini, serbest piyasa ekonomisine duyulan büyük inanç, kamunun ekonomiye müdahalesine alerji ve kamulaştırmalara duyulan nefret olarak özetlemek mümkün. Dönemin liberal liderleri bu ilkeleri elbette katıksız biçimde değil kendi meşreplerince uyguladı, şu veya bu oranda sulandırdı. Yine de bu dönemin ruhu tartışmasız liberalizmdi, “Laissez Faire Laissez Passer” (“Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler”) ağızlardan düşmüyor, iktidardaki liberal liderler az ya da çok özelleştirme yapmaya, kamunun ekonomiye müdahalesini sınırlandırmaya çalışıyordu.
Mario Vargas Llosa 1990 seçimlerinden Peru’nun yeni devlet başkanı olarak çıksa Thatcher, Reagan ya da Özal kadar uzun süre iktidarda kalabilir miydi yoksa kısa sürede halkın nefret ettiği bir siyasetçiye mi dönüşürdü, bilmek mümkün değil. Bence yazar olarak kaldığı iyi oldu, en iyi eserlerini çoktan yazmıştı ama (Benim favorilerim “Kent ve Köpekler” ile “Yüzbaşı ve Kadınlar Taburu”ydu) kısa siyasi hayatının ardından yazmaya devam etti ve 2010’da Nobel Edebiyat Ödülü’nü de kazandı.
İşin tuhaf yanı, Llosa’nın edebiyat hayatına Küba Devrimi ve Fidel Castro hayranı solcu bir yazar olarak başlamasıydı. Bana kalırsa soldan sağa dönmesinde........
© Para Analiz
