menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Hacıbektaş anılarım

285 26
12.03.2025

Çorum’daki çocukluğumda, kadın-erkek, çoluk-çocuk tüm mahalle sabahın alacakaranlığında bir kamyonun ahşap kasasına dolup 4 saatlik yolculuğa çıkardık. Yanımızda bir de koyun olurdu!

İstikamet, Hacıbektaş idi.

Bir ailenin adak kurbanını götürüyoruz.

Kapısı öpülerek girilen Hacı Bektaş-i Veli türbesini ziyaret edip, niyaz eder ve bahçedeki Aslanlı çeşmeden kana kana su içerdik…

En korktuğum; -tıpkı türbenin kutsal eşiğinden geçemeyeceğim gibi- Çilehane tepesindeki delik taştan geçip geçemeyeceğim idi. Günahsızlar geçebilirdi sadece, bizde geçemeyen olmazdı…

Duvara taş yapıştırmaya çalışırdık… Bir de boynumuza, on iki köşeli “teslim taşı” kolyesi asılırdı...

Dilek için ağaca bez bağlardık; sarı, kırmızı, beyaz ve yeşil renklerden oluşan ağaç bana çok güzel görünürdü…

Yaptıklarımız tesadüf değildi:

Su, taş, ağaç gibi doğa kültleri Alevi inancının sembolleri idi. Bunlar İslam’a Orta Asya Türklerinin
kattıklarıydı kuşkusuz…

Hacıbektaş’ta bir gece kalırdık; Hz. Ali başta olmak üzere kutsal anlatıları dinleyerek uyurduk yer yataklarında…

Tan yeri ağarırken kamyona binip şehrimize dönerdik.

Kişisel bu anımı anlatmamın sebebi var:

Bu köşede yazdım:

“Nusayriler” denen halk…

“Arap Alevisi” denen halk…

Özünde “Türk Alevi halkıdır” diye yazdım. Ki savımı, bu konuda araştırmalar yapanlara dayandırdım.

Neoliberalizmin etnisite etkisinden çıkamayan kimi politik “Kürtçü” yazarlar buna itiraz etti; “Nusayriler Arap Alevisidir!”

Aman “Türk” çıkmasın! “Türk” bunların........

© Nefes