menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Gerçek ama usulsüz diplomalar, oyunlar ve hayaller…

11 10
27.02.2025

Sosyal demokrasi, liderler üzerine bina edilmez; kadroları, örgüt yapısını ön planda tutar. Sosyal demokrat partiler lider partileri değildir, olmamalıdır da. Sosyal demokrasi, bireyin özgürlüğünü ve toplumsal eşitliği ön planda tutar; bu idealler, her bireye adaletli bir yaşam sunma ve eşit fırsatlar sağlama amacı güder. Ancak bu ilkelere dayanan siyasi yapılar, genellikle çatışmalı ve karmaşık toplumsal dokularda kendilerine yer bulmaya çalışır.

Türkiye gibi, doğunun ve İslam coğrafyasının derin kültürel dinamiklerine sahip topraklarda, sosyal demokrat değerlerin nasıl işlediği, siyasetin ve toplumun genel yapısı içinde sürekli olarak sınanır. Doğu toplumlarında, özellikle İslam coğrafyasında, Orta Doğu ve Anadolu’da hiçbir zaman tam anlamıyla bir sosyal demokrat parti yaşayamamıştır. Türkiye siyaset sahnesi de büyük ölçüde ve ancak lider sultasının gölgesinde şekillenebilmiştir. Kitleler liderlere oy vermiştir ve vermeye devam etmektedir (Elbette lidere kitleler halinde oy vermenin toplumu çıkaracağı yer genellikle karanlık olmuştur… Nietzsche’nin dediği gibi, “sürü ahlakı, tehlikelerin tehlikesidir…”) Kadrolar ikinci plandadır.

Ancak bu topraklarda tam manasıyla sol bir parti olamadığı gibi soldan iyi bir lider partisi de çıkmadı. Sonuç olarak Anadolu coğrafyasında CHP, ne sosyal demokrat bir parti olabilmiş, ne de güçlü bir lider yaratılabilmiştir.

Türkiye'nin doğulu yapısı, toplumsal karakteri, sosyal demokrat partilerin teoride savunduğu değerlerle çelişiyor gibi görünüyor. Emek, eşitlik, insan hakları, liyakat gibi sosyal demokrat idealler, lider odaklı siyasi yapı içinde sönükleşiyor. (Ön seçim var diye akşamdan sabaha bir partiye binlerce kişi, kimliğine bakmadan, tüm kapılar sonuna kadar açılarak üye yapılmaz örneğin. Kuramlar, kurallar, etik değerler vardır… Kazananın gücüyle ünvan dağıtılmaz. Liyakat böyle kolaylıkla ayaklar altına alınmaz.)

Sonuç olarak solda işler öyle de yürümüyor, böyle de yürümüyor… Bugün ülkenin ana muhalefet partisi kitlelerde heyecan yaratamıyor. İktidarın tüm yönetim zaafiyetlerine rağmen, yönetilemeyen bir ülkede muhalefet de halka güven veremiyor. Hatta var olan güveni yerle bir etmek için her gün yeni bir şüphe masasına meze oluyor…

Kararsızlar partisi bugünlerde yüzde 40’lara yükseliyor…

***

CHP tarihinde Kemal Kılıçdaroğlu’nun, alevi kimliği, bürokrat kökeni ve CHP içindeki bitmek bilmeyen entrikalar, parti içi ihanetler, tertipler, oy vermeme kampanyaları, Akşener’in salvoları, parti dışından gelen saldırılar, sahte videolar, başkanlık sisteminin dayatmaları, kendisine karşı kullanılan devletin tüm olanakları… siyasi yolculuğunu zorlu kılan ne varsa hepsine rağmen sürdürdüğü mücadele ve partiyi taşıdığı nokta takdire şayan bir örnek teşkil etmiştir. Tüm bu engellemelere rağmen cumhurbaşkanlığı seçimlerinde H gibi büyük bir oy oranı yakalayarak seçimi kaybetmiştir. Ne olursa olsun Kılıçdaroğlu’nun, CHP’yi herkesin oy verebileceği bir parti haline getirmesi, partiyi taşıdığı nokta küçümsenemezdi…

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra, Kılıçdaroğlu'nun tek arzusu, gemisini güvenli bir limana taşımaktı aslında. Ancak, parti içinde hançerler ayen beyan havaya yükselmişti artık. İstanbul ve diğer illerde kurultay delegelerini tarafına çekme, Kılıçdaroğlu’nun altını oyma operasyonları ise çoktan başlamıştı. Bu şekilde kurultaya gidildi ve Kılıçdaroğlu kaybederek CHP’nin başına yeni yönetim ekibi geldi.

Arkasından gelen 31 Mart yerel seçim zaferinde Kılıçdaroğlu'nun emekleri, onun 13 yıllık çabası, biriktirdikleri, toparladıklarının payı asla yadsınamaz. Yeni CHP yönetimi tüm bu birikimlerin üzerine oturan kadro oldu…

31 Mart zaferinin hemen ardından, Özgür Özel ve ekibi, iktidarın kendini toparlamasına fırsat vermeden erken seçimi dayatacaktı ama bunu yapamadı. Bunun yerine normalleşip yumuşamayı seçtiler… (Bugün arka kapılarda Erdoğan ile Özgür Özel’in yarı başkanlık sistemi için anlaştıkları, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı, Özel’in ise başbakan olacağı yönünde iddialar bile konuşuluyor…) Sonuç; bugün CHP içindeki yangınlar günbegün büyüyor, parti paramparça… Seçilmiş belediye başkanları ve yönetici kadrolar gözaltına alınıyor, partinin adı kayyumlarla anılıyor, başkanlar hakkında açılan davaların bini bir para… Parti, yolsuzluklarla, usulsüzlüklerle, sahteciliklerle, şaibelerle türlü çeşit olumsuzluklarla anılıyor, tartışılıyor.

Bu sırada Erdoğan'ın Özgür Özel'e yönelik sert çıkışı, "Ordumun komuta kademesine laf etme... Yetkisi sende değildir, haddini bileceksin,” şeklindeki ifadelerle, siyasi arenada ne kadar zorlayıcı bir atmosferin hakim olduğunu gözler önüne seriyor. Yumuşama ve normalleşme politikalarıyla yola çıkan Özel, şimdi tehdit edilen bir genel başkan olarak karşımızda duruyor. Erdoğan'ın bu üst perdeden eleştirisi, Özel'in liderlik yeteneklerini ve otoritesini sorgulatıyor, onu siyasi bir köşeye sıkıştırıyor.

İktidarın, Erdoğan’ın, adım adım yürüttüğü CHP’yi değersizleştirme politikası tıkır tıkır işliyor…

Bu sırada CHP bir ön seçim türküsü tutturmuştur gidiyor… Bugün bu türküyü tutturanların, yerel yönetim seçimlerine giderken, söz vermelerine rağmen, hiçbir adayı ön seçimle belirlemediklerini de hatırlatalım…

Diploman mı Var, Derdin Var…

Diploman mı var derdin var… Halbuki olmasaydı, en kötü var der geçerdi…

CİMER’e 5 yıl önce 15 şubat 2020’de yapılan bir başvuru, İmamoğlu'nun Girne Amerikan Üniversitesi'nden İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’ne yatay geçişinin usulsüz olduğunu öne sürüyor.

Her ne kadar İstanbul Üniversitesi, İmamoğlu’nun, 1990 yılında ilan edilmiş olan yurt dışı 2. sınıf yatay geçiş kontenjanına başvurduğu ve kabul koşullarını yerine getirdiği için kabul aldığını ve dolayısıyla bu geçişin kurallara uygun olduğunu belirtmiş olsa da, YÖK, geçişlerin usulsüz olduğunu belirtiyor. Çünkü yönetmeliklere göre, 1990 yılında özel bir üniversiteden bir devlet üniversitesine yatay geçişle transfer olmanın zaten mümkün olmadığı söyleniyor. Aynı zamanda, eğer bir devlet üniversitesinden başka bir devlet üniversitesine geçmek istiyorsan da, geçmek istediğin devlet üniversitesinin puanı kadar puan alınmış olması da gerekiyormuş… Ki İmamoğlu zaten sınavda aldığı 360 puanla bir yere giremediği için gidip Kıbrıs’taki özel üniversitede okuyor… Sonra da 500 küsür puanlık İstanbul Üniversitesi’ne yatay geçiş yapıyor… 1990 yılında zaten Girne Amerikan Üniversitesi’nin, YÖK tarafından tanınmıyor olması, denkliğinin bulunmaması da ayrı bir problem…

İmamoğlu'nun diploması ve üniversite geçmişi üzerinden yürütülen tartışmalar, onun, bir süredir zaten zayıflayan siyasi inandırıcılığına biraz daha gölge düşürdü.

İmamoğlu'nun gençlik yıllarında başlayan bu “kural dışılık”, “etik dışılık” hali insanların içine sinmiyor…........

© Muhalif