menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

TANRI ÖLDÜ MÜ?

10 2
26.10.2025

Friedrich Nietzsche’nin “Tanrı öldü” (Gott ist tot) söylemi, 19. yüzyıl Batı düşüncesinde bir kırılma anı olarak değerlendirilebilir. Bu ifade, salt dinsel bir reddiye veya ateistik bir slogan değildir; bilakis modern insanın Tanrı ile kurduğu ilişkinin sarsılışını ve Batı metafiziğinin temelsizleşmesini dile getirir. Nietzsche, Şen Bilim’de (Die fröhliche Wissenschaft) “Biz onu öldürdük; siz ve ben. Hepimiz katilleriyiz.” derken aslında modern insanın kendi elleriyle Tanrı’yı hayatından kovduğunu belirtmektedir.

Nietzsche’nin Söylemi ve Gayesi

Nietzsche için “Tanrı’nın ölümü” bir metafordur: Batı insanının zihninde Tanrı artık varlık, değer ve anlam kaynağı olmaktan çıkmıştır. Bilimsel rasyonalizm, modern felsefe ve sekülerleşme süreci, Hristiyanlığın ahlaki ve metafizik otoritesini yıkmıştır. Bu noktada Nietzsche’nin teşhisi, bir tespitten öte, aynı zamanda bir uyarıdır: Tanrı’sız kalan insan, kendini değerler boşluğunun ortasında bulacaktır.

Somut bir örnek olarak Nietzsche, Tanrı’nın ölümü sonrası ortaya çıkacak tehlikeyi şu cümleyle somutlaştırır: “Artık yukarı ve aşağı yok; sonsuz bir boşlukta mı sürükleniyoruz?” Bu ifade, Tanrı’nın yokluğu ile yönünü kaybetmiş insanın varoluşsal krizi için güçlü bir metafordur.

Nietzsche’nin çağdaşı Dostoyevski de benzer bir kaygıyı Karamazov Kardeşler’de dile getirmiştir: “Tanrı yoksa her şey mubahtır.” Bu söz, Nietzsche’nin teşhis ettiği değer boşluğunun edebiyattaki yansımasıdır.

Nietzsche’nin gayesi, bu boşluğu insanın kendi iradesiyle doldurmasıdır. Onun “Üstinsan” (Übermensch) ideali, eski otoritelerden özgürleşmiş, kendi değerlerini kendisi inşa eden insandır. Fakat bu yaklaşım, Tanrı’yı öldürerek insanı ilahlaştırma girişimi olduğu kadar, varoluşun nihai anlamını insanın geçici gücüne emanet etme teşebbüsüdür.

Felsefi Eleştiri: Anlamın Krizi

Nietzsche’nin söylemi, Batı uygarlığının anlam kaybını çarpıcı bir şekilde yansıtır. Ancak ortaya koyduğu çözüm, “Üstinsan” ideali, insana sonsuz bir özgürlük bahşetmek yerine onu mutlak sorumluluğun altında ezmektedir. Tanrı’sız bir dünyada insanın değer üretme çabası, her bireyin kendi hakikatini yaratmaya çalıştığı bir kaosla sonuçlanır. Bu, postmodern dönemin görecelik ve parçalanmışlık anlayışının öncülüdür.

Somut örneklerle baktığımızda, 20. yüzyılda iki büyük dünya savaşı, Batı’nın anlam kaybının siyasi ve toplumsal tezahürü olmuştur. Ahlaki temellerini kaybetmiş bir uygarlık, teknolojiyi ilerletmesine rağmen insanlık tarihinde görülmemiş yıkımlar üretmiştir. Bu da Nietzsche’nin uyarısının ironik bir şekilde gerçekleştiğini göstermektedir.

Çağdaş toplumda da bu kriz devam etmektedir. Avrupa’da kiliselerin boşalması, buna karşılık “New Age” akımlar, yoga ve spiritüel öğretilerin yükselişi, Batı insanının anlam arayışının farklı formlara kaydığını göstermektedir. Nietzsche’nin teşhisi, bu açıdan günümüzde de canlılığını korumaktadır.

Teolojik Eleştiri: İslam Perspektifi

İslam açısından “Tanrı’nın ölümü” fikri, varlık tasavvuruna aykırıdır. Allah ezelî ve ebedîdir: “O diridir, O’ndan başka ilah yoktur” (Mü’min, 65). Nietzsche’nin teşhisi aslında Tanrı’nın yok oluşu değil, Batı toplumunun Tanrı’yı bilincinden ve hayatından kovmasıdır.

Muhammed İkbal, Nietzsche’nin sözünü Batı’nın ruhsal boşluğunun bir sembolü olarak görmüş ve çözümü yeniden diriltilmiş bir iman şuurunda bulmuştur. O, Nietzsche’nin çığlığını kabul etmiş, fakat bunu “yanlış kapıya yöneltilmiş bir hakikat arayışı” olarak yorumlamıştır. Seyyid Kutub ise, Allah’tan kopuşun insanı özgürleştirmek yerine sahte otoritelerin kölesi kıldığını savunmuştur: “İnsanı kula kulluktan kurtarıp yalnızca Allah’a kul kılan İslam’dır.” Ali Şeriati de Batı’nın “Tanrı’yı öldürme” girişiminin insanı özgürleştirmediğini, aksine kapitalizm, ideolojiler ve modern putların esiri yaptığını belirtmiştir.

İslam tarihi açısından bakıldığında da bu örnek açıklayıcıdır. Mekke........

© Mir'at Haber