HAZ VE HIZ ÇAĞINDA MANEVİYAT ARAYIŞLARI
Maneviyat, insanın içsel dünyasıyla ilişkilendirilen bir kavramdır. Ruhun derinliklerindeki hisler, inançlar ve değerler, manevî olarak adlandırılır. Kubbealtı Lügati’nde maneviyata: “Madde ve cisimle alâkası bulunmayan, ruh ve mana ile ilgili olan hususlar, manevî şeyler, maddiyat karşıtı, deniyor, ikinci anlam olarak da “Çeşitli güçlükler, tehlikeler karşısında inanç ve ahlâkî değerlere bağlılıktan doğan dayanma gücü, ruh kuvveti, moral” diye tarif ediliyor. Son tarifin açılımını, İhsan Fazlıoğlu’nun : “İnsan yaşamında bir kez de olsa kendine şu soruyu sorup yanıtlamalıdır: ‘Sahip olduğum her şeyi kaybettiğimde beni ayakta tutacak olan nedir?’ diye ifade ettiği sorusunun cevabında buluyoruz.
Yakın zamana kadar manevîyat kelimesinin karşılığı olarak din kelimesi kullanılabilirdi. Günümüzde sekülerleşmeyle beraber manevîyat, birçok bakış açısını kapsayan geniş bir kavramı akla getiriyor. Genel olarak, maneviyat kendimizden daha büyük bir şeye bağlanma duygusuyla, hayatta anlam arayışıyla ilişkilendiriliyor.
20. yüzyıl iki dünya savaşı sonrasında yaşamın anlamının sorgulanmaya başlandığı dönemdir. Dönemin başlarında yaşayan Freud’a göre “Kişi yaşamın anlamını veya değerini sorguladığı an, hastadır.” Oysa Logoterapinin kurucusu Psikiyatr Victor Frankl: “Hayat öncelikle Freud’un inandığı gibi bir zevk arayışı veya Alfred Adler’in öğrettiği gibi bir güç arayışı değil, bir anlam arayışıdır… herhangi bir insan için en büyük görev, kendi yaşamında anlam bulmaktır.” demiştir. Çünkü o, esir kampındaki zorlu yaşantısına katlanırken bir gün özgürlüğüne kavuşacağını, yaşadığı zorlukları öğrencilerine bir yaşam deneyimi olarak anlatacağını düşünerek zorlu koşullara direnmeyi başarmıştır.
Carl Gustav Jung’un hayatın anlamıyla ilgili görüşleri Frankl’ı doğrular niteliktedir: “Hastalarımı düşündüğümde hepsi kendi varoluşlarını arıyor. Ve varoluşlarını hiçliğe ya da anlamsızlığa doğru tam bir parçalanmaya karşı güvence altına almak istiyorlar. İnsan anlamsız bir hayata dayanamaz.” diyor. Gerçekten modern bireyler beklentilerinin karşılığını tam olarak rasyonel akılda bulamamış, yabancılaşma ve belirsizlik duygusunu, gizemli bir gelecek korkusunu, daha doğrusu ölüm korkusunu aşamamışlardır.
Ölüm korkusu, insanın en temel korkusudur, bütün dinlerin temel faydalarından birisi de insanı ölüm korkusu ile barıştırmaktır. Ayrıca ilahî olanla bağlantı kurma, ilahî olanın peşinden koşmak, medeniyetin başlangıcından beri var olmuştur. Bu hayatın ötesinde neler olduğu insanın büyük düzendeki yeri ve sorumluluğu hep merak edilmiştir. Dolayısıyla modern toplumlar geçmişte bıraktıkları dinî inanışlarını toplumsal düzenin değişmelerine göre daha yeni bir yapıyla şekillendirerek karma bir inanç sistemini benimsemeyi........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Sabine Sterk
Robert Sarner
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d