BENİM BİR ŞİKAYETİM YOK!
Türkiye nereye gidiyor, İslam dünyası nereye gidiyor, dünya nereye gidiyor? Gazze’de neler oluyor?. Evet, hiç kimse dünyada olup biten şeyleri görmezden, duymazdan bilmezden gelme hakkına sahip değildir. Tamam, da gördük, duyduk, biliyoruz, ne yapacağız? Madem yaptıklarımızdan da, yapmadıklarımızdan da, söylediklerimizden de, söylemediklerimizden de hesaba çekileceğiz, elimizle, dilimizle, kalbimizle bir şeyler yapmamız gerekiyor. Haksızlıklar karşısında susup dilsiz Şeytan olmamamız gerekir. Yoksa insanı zorla bir yere getirecek, onların kalbini değiştirecek gücümüz yok. Hz. Nuh 950 yıl yaşadı, zevcesini ve oğlunu ikna edemedi.
Bizim görevimiz, ülkeyi, halkı kurtarmak değil, o insanları Allaha, resulüne ve kitaba çağırmak. Zalimleri cezalandırmak ve mazlumlara yardım etmek. Görevimiz bu kadar. Yoksa o halk ya da onlardan birileri kurtuluşu hak etmişse, Allah onları kurtaracaktır, ya da şehid olarak cennete yükseltecek, ölümsüzleştirecektir. Allah cc hükmü icrada hiç kimseye muhtaç değildir.
Herkes kendi yoluna gidiyor. Sonuçta “yolcu yoluna..” “su testisi su yolunda kırılır”.. İyi işler yapanlar yolun sonuna ila Cennetüzzümeraya, sapıtanlar ise ila Cehennemüzzümeraya varacaklardır. Herkes kendine baksın. Ben kendime bakayım. Ben Allaha verdiğim söze sadık mıyım, insanlara verdiğim söze sadık mıyım, yaşadığım zamana ve mekana şahid’lik ediyor muyum ve doğru yerde duruyor muyum, bizden istenen bu kadar. Günde 40 defa Fatiha okuyan, “Elhamdülillah” diyen birinin Kadere itirazı olabilir mi? Rahman ve Rahim olan Allah, bizleri görüp gözetmektedir.
Zaten Allah’ın ve Resulullah’ın, bana/ bize gönderilen kitabın bizden istediği de bu değil mi?
Evet, “birilerinin gözleri var görmüyorlar, kulakları var duymuyorlar, kalpleri var hissetmiyorlar”. Onlara söylesen de bir, söylemesen de. Ama biz yine de söyleyelim. Zalimlerden ve cahillerden olmayalım. Adil olalım. Adil şahid’ler olalım. Şahid’lik, sadece durup bakmak değil. Bakmadan göremeyiz, görmek anlamak da değildir, her zaman. Bir gerçeği kendi dışımızda, en az iki farklı açıdan bakmalıyız. Sonra o konuda bilgi sahibi insanlarla istişare etmeliyiz. O da yetmez, o konuda kendileri için fayda ya da zarar görenlerin fikirlerini almalıyız ki, efradına cami, ağyarına mani bir karara varalım. Bitti mi, hayır! Hep dışarında baktık, içine girip, ya da dışını açıp içine bakmalıyız. Sadece zahirine, dış görünümüne bakıp hüküm vermeyeceğiz, batınına da bakacağız. O şeyin mahiyeti hakkında tam bir kanaata varmak için görünen gerçeklik yetmez hakikate vakıf olmak için din, yani o şey hakkında Allah’ın, resulünün ve kitabın hükmüne bakmak gerek. Şeyle ilgili ahlaki bir bakışımız olmalı ve sonra da o şeyle Hukuki bir bağ kurmalıyız.
Daha bitmedi, O şeyin dünden bu güne geçmişi, yani tarihi tekamülü, hem o nesne, hem de o nesneye bakışımız, ilişkimiz açısından yaşanan tereddi ve tekamül, serüven tarih bilinciyle yeniden yorumlanmalı. Hal içinde kazandığı değer ve anlam ve bunun geleceğe doğru şekilde taşınması için bir gelecek tasavvurumuz olmalı. Şahid’lik böyle bir şey. İlim bu süreçte bir fonksiyon olarak işe yarar. İlim aynı zamanda Faal aklın eseri ve fonksiyonudur. Biz bu anlayışı kaybettiğimiz gün kaybettik bazı şeyleri, hatta bir çok şeyi. Akıl, iman, vijdan, ilim, ahlak, tefekkür, merhamet , sorumluluk duygusu hepsini ve daha fazlasını bu süreçte kaybettik. Ne dil kaldı, ne mantık.. Fakr-u zaruret içinde bitap düşmüşlüğümüz bundandır. Tıbbın, eczalığın tarihini, kanunu biz yaptık, birileri bunun sözlüğünü yaptı ve yazdıklarımızı tercüme ederek, kendi dünyalarına uyarladılar, bu gün biz onların peşinden koşuyoruz. Bilim bilim olmaktan çıktı. Din de öyle, tarih de.
“Hayatta en hakiki mürşid ilimdir” diyorlar ya, bu cümlenin başındaki “Hayatta” ne anlama geliyor? Niye din değil, Hakikat değil de, “ilim”! “Bilgi/bilmek” O bilgiyi kim üretiyorsa, o konuda onun düşüncesi, kullandığı yöntem, bulduğu formül, vardığı sonuç ve onun önermesini” ifade eder. İlim sürekli tekamül eder ve bu süreçte yanlışlanabilir de.. Adalet, Barış da olmazsa, ilim........
© Mir'at Haber
