menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

KURAN-I KERİMDE ALLAH’IN SEVDİĞİ KARAKTERLER

12 1
27.07.2025

Allah’a iman eden, ihlaslı kulların ulaşmak istedikleri en büyük arzu, Allah’ın sevgisine ve rızasına mazhar olmaktır. Bu gayeye ulaşabilmenin ön şartı, O Kutlu Nebiye, Resul-i Ekrem (s.a.v.)’e tabi olmaktır. Yüce Allah, kendi sevgisine ve rızasına giden yolu şöyle açıklamaktadır: “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.” (1) Hz. Peygamberimiz (s.a.v.)’e ittibâ etme, O’nun yolundan gitme, Allah sevgisinin ayrılmaz bir parçası olarak nitelenmiş, O’nun yolunu, öğretisini gönülden benimsemek, Allah’ın sevgisine ve mağfiretine mazhar olma şartı sayılmıştır.

Ayetler ışığında, Allah’ın sevdiği karakterler:

a.) “…İyilik edin, kuşkusuz Allah muhsinleri/iyilik edenleri sever.” (2)

En sade tanımıyla muhsin, ihsan fiilini (iyiliği, cömertliği, affediciliği, merhametli ve nazik olmayı, bencil olmamayı, hayırlı bir işi bilerek ve en iyi şekilde yapmayı, Allah’a ihlasla ibadet etmeyi, başkalarına hak ettiklerinden daha fazlasını vermeyi) gerçekleştiren kimsedir. Yani Muhsin, kötülük yapmayan, güzel amel sahibi olan ve günahlardan kaçınan kimsedir. İyilik ve ihsan, İslam dinin özüdür. Peygamberimiz (s.a.v.)’e ihsanın ne olduğu sorulduğunda: “Sanki görüyorsun gibi Allah’a ibadet etmendir. Sen Allah’ı görmüyorsan Allah seni görüyor” (3) diye cevap vermiştir. Resul-i Ekrem (s.a.v.) Efendimizin bu tarifinden, “kulun görevini en güzel şekilde yapması” anlaşılmaktadır. Söylem ve eylemlerini Yüce Yaratıcının emir ve yasakları muvacehesinde icra eden kul, Allah tarafından mükafatlandırılacağı gibi O’nun sevgisine de mazhar olabilecektir.

b.) “… hiç şüphesiz ki Allah, muttakileri/takva sahiplerini sever.” (4)

Takva kelimesi Kur’an-ı Kerimde on yedi yerde geçer. Klasik müfessirler takvaya ve aynı kökten gelen emir kiplerine genellikle, “Allah’tan korkun” anlamını vermiştir. Söz konusu fiilin kökü, korku anlamını da içermekle birlikte, korkunç bir şeyden çekinmeyi değil seven birinin sevdiğinin gönlünü incitmekten çekinmesini, yaratanına karşı saygı ve sorumluluk duyma hassasiyetini ifade eder. Bu bağlamda takva, “Allah’a karşı sorumluluk bilinci” kavramı içeriğine daha uygun görünmektedir. Takva ve ittika kelimelerinin içerdiği korku, Allah’a duyulan saygıdan kaynaklanır. Böyle bir duygu müminleri kötülükten ve günahtan vazgeçirir, iyiliğe ve hayra sevkeder. Takva kelimesinin en güzel tanımlarından birini de Hz. Ali (r.a.) yapmıştır: “Takva, Allah’tan korkmak/Allah’a karşı gelmekten sakınmak, Kur’an ile amel etmek, aza kanaat etmek/razı olmak ve göç gününe (ahirete) hazırlanmaktır”. (5) Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir defasında ashab-ı kirama, “Öyle bir ayet biliyorum ki, eğer insanlar ona sarılsalar, hepsine yeter” buyurdu. Ardından şu ayeti okudu: “Kim Allah’a karşı takva bilinci içerisinde olursa Allah da ona bir çıkış yolu ihsan eder.” (6) Bu sözüyle Efendimiz (s.a.v.) her türlü sıkıntı ve zorluktan kurtulmanın, dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşmanın yolunu bizlere öğretmiştir ki o yol, takvadır/takva yoludur. Takva, Rabbimizin rızasını diri tutma bilinci ve şuurudur. O’nun sevgisine talip olma arzusu, hoşnutluğunu kaybetme kaygısıdır. Sorumluluklarımızın idrakinde bir ömür geçirme gayretidir. Takva sahibi olmak, tıpkı dikenli bir yolda yürürken bedenimizin zarar görmemesi için gösterdiğimiz hassasiyete benzer. Böyle bir yolda vücudumuzun zarar görmemesi için hassas davrandığımız gibi hayatımızda da günah ve haramlara bulaşmamak için çırpınışımızın adıdır TAKVA. Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadisinde: “İnsanlar nazarında kişiyi yücelten malı ise de Allah katında onu yücelten takvasıdır” (7) buyurmaktadır.

c.) “Allah, sabredenleri sever”. (8)

Sözlükte “engellemek, hapsetmek; güçlü ve dirençli olmak” anlamlarındaki sabır kelimesinin ahlâk terimi olarak “üzüntü, başa gelen sıkıntı ve belâlar karşısında direnç gösterme; olumsuzlukları olumlu kılmak için gösterilen metanet” gibi manalara geldiği, karşıtının ceza (telâş, kaygı, yakınma) olduğu belirtilmektedir. Sabır akıl ve zekânın, ceza acizliğin bir ifadesi sayılmıştır. Buna göre, düşünen bir kimse haramlardan sakınma konusunda gösterilen sabrın, Allah’ın azabına sabretmekten daha kolay olduğunu bilir. Sabır “nefsi telâştan, dili şikâyetten, organları çirkin davranışlardan koruma, nimet haliyle mihnet hali arasında fark gözetmeyip her iki durumda sükûnetini muhafaza etme, Allah’tan başkasına şikâyette bulunmama” şeklinde de tarif edilmiştir. İmam Gazali sabrı, “din duygusunun nefsani arzu ve tutkuların baskısına karşı direnç göstermesi” diye tanımlar. (9)

Sabır kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de on beş ayette geçer, ayrıca 100’e yakın ayette aynı kökten çeşitli isim ve fiiller yer alır. (10) Bu ayetlerde genellikle sabrın önemi üzerinde durulmakta, sabırlı davrananlar yüceltilmekte ve onlara verilecek mükâfatlar anlatılmaktadır. Allah, insanları korku, açlık, yoksulluk, yakınların ölümü, ürün kaybı gibi musibetlerle imtihan eder. Bu musibetleri sabırla karşılayanların ve Allah’a teslimiyet gösterenlerin Rablerinin lütfuna, rahmetine ve ebedî kurtuluşa erecekleri müjdelenir. (11)

Sabır, dini tebliğde azim ve sebat gösteren Peygamberlerin niteliklerindendir. Özellikle savaş durumunda sabır gösterip disiplinli davranan Müslümanları Allah, melekleriyle destekleyeceğini vaad etmiştir. İyilik yolunu seçip kötülükleri güzellikle karşılamaya çalışanlar, böylece düşmanlıkları dostluğa çevirenler, bunu ancak sabırlı davranışlarıyla başarabilir. (12) Hz. Lokman’ın oğluna verdiği öğütlerden biri de şudur: “Namazı özenle kıl, iyi olanı emret, kötü olana karşı koy, başına gelene sabret. İşte bunlar kararlılık gerektiren işlerdir” (13) Kerim Kitabımız Kur’an, insanın başına gelen musibetlerin bir imtihan olduğunu, bu imtihanı sabırlı olanların kazanacağını bildirir. (14) Bu sebeple Müslümanlar Allah’tan sabır dilemeli ve kendileri sabırlı davrandığı gibi birbirlerine de sabrı tavsiye etmelidir. Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’ın sabredenlerle beraber olduğu, onları sevdiği, sabır ve takvalarıyla güzel davranışlarda bulunanların ecirlerinin asla zayi edilmeyeceği, onlara kat kat mükâfat verileceği, sırf Allah rızası için sabredenleri meleklerin tebrik edeceği ifade edilmektedir.

Habbâb b. Eret Hz. Peygamberimiz (s.a.v.)’e, “Müşriklerden büyük sıkıntı çektik. (Bunların zulmünden kurtuluşumuz için) Allah’a dua etmez misiniz?” demişti. Efendimiz (s.a.v.) bu talepte mücadeleden yılma ve üzerine düşeni yapmaktan geri durma niyeti sezdiği için yüzü kıpkırmızı olduğu halde (yaslandığı yerden) doğrulup oturdu ve şöyle buyurdu: “Sizden önce demir taraklarla kişinin etleri ve sinirleri kemiklerine kadar taranırdı da bu işkence onu dininden döndüremezdi. Başının ortasına testere konarak başı ikiye bölünürdü, bu işkence dahi onu dininden döndüremezdi”. (15)

Sabır konusu hadislerde de geniş olarak yer almaktadır. Bir hadis-i şerifte sabrın kişiyi telâştan ve yanlış işler yapmaktan koruyucu özelliği, “Sabır ışıktır” (16) sözüyle ifade edilmiştir. Hz. Peygamberimiz (s.a.v.), kendisinden sürekli yardım isteyenlere yardım ettikten sonra yine de istemeleri üzerine onlara afif olmalarını, müstağni davranmalarını ve sabırlı olmak için çaba göstermelerini öğütlemiş; böyle yapmaları halinde Allah’ın kendilerine yardım edip ihtiyaçtan kurtaracağını bildirmiş, “Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve geniş bir nimet verilmedi” buyurmuştur. (17) Hz. Ali (r.a.)’nin, “Allah’ım! Senden sabır diliyorum” dediğini duyan Resulullah (s.a.v.), “Bu sözünle Allah’tan ağır bir imtihan istemiş oldun; O’ndan âfiyet dile!” buyurmuştur. (18)

d.) “Allah’a tevekkül et, (ona güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever”. (19)

Sözlükte “dayanmak, güvenmek, itimat etmek ve işi başkasına havale etmek” anlamlarına gelen tevekkül, terim olarak “bir taraftan meşru hedefe ulaşabilmek için gerekli bütün çabayı gösterirken diğer taraftan da Allah’a dayanıp güvenmek ve işin sonunu O’na bırakmak” demektir. Kur’an-ı Kerîm’de kırk ayette tevekkül ve aynı kökten fiil ve isimler geçmektedir. Bu ayetlerde Allah’a sığınmak, O’na güvenip dayanmak ve bağlanmak gerektiği, bunun İslâm akidesinin bir gereği ve Allah’a samimi iman ve teslimiyetin zorunlu sonucu olduğu vurgulanmaktadır. Resul-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz kuşların sabahın erken saatlerinde yuvalarından ayrılarak akşamın karanlığına kadar Allah’ın kendileri için yarattığı rızıklarını aradıklarını hatırlatarak (20) Allah’a gerçek anlamda tevekkül etmenin esbaba tevessülü/sebeplere sarılmayı gerektirdiğini anlatmak istemiştir. Devesini bağladıktan sonra mı yoksa onu salarak mı tevekkül etmiş olacağını soran bedevîye hitaben de “Önce........

© Mir'at Haber