Kemalizm: Bir Proje, Bir Vesayet, Bir Kalıntı
Türkiye Cumhuriyeti yüz yılı geride bırakırken, devletin kabuğu değişti ama çekirdeği aynı kaldı.
Kemalizm bir fikirden çok bir refleks hâline gelirken, “Yeni Türkiye Yüzyılı” halkın devletiyle barıştığı yeni bir dönemi mi başlatacak, yoksa aynı vesayet zinciri farklı bir kabukta mı sürecek?
Türkiye Cumhuriyeti yüz yılı geride bıraktı.
Bu yüz yıl, yalnızca bir devletin değil, bir zihniyetin de serüveniydi.
Cumhuriyet, kuruluşunda büyük bir iddiayla yola çıktı: Batı tipi bir modernleşme. Bu hedef, devletin laikleşmesiyle, kurumların merkezileşmesiyle ve toplumsal alanın yeniden inşasıyla ilerledi.
Ancak bu inşa süreci, halkın bütün renklerini, inançlarını ve hafızasını içine almadı.
Cumhuriyet kuruldu; ama toplumun tamamı cumhuriyetin içinde yer bulamadı.
Bugün geldiğimiz noktada, bu tarihsel boşluk hâlâ Türkiye’nin en temel sorusu olarak karşımızda duruyor:
Kemalizm, Cumhuriyet’in ideolojik çekirdeği miydi, yoksa halkın iradesinin önündeki en büyük vesayet mi?
Kemalizm, tarihsel olarak Osmanlı’nın çözülüşüne verilen sert bir tepkidir.
Toplumun dinî, kültürel, hatta coğrafi kodlarını yeniden biçimlendiren bir modernleşme projesidir.
Güçlü devlet inşa etti, fakat bu gücü halka devretmedi.
Eğitimi birleştirdi, ama farklı dilleri susturdu.
Kadını kamusal alana soktu, ama inanç özgürlüğünü daralttı.
Laiklik getirdi, ama dini hayatı kamusal görünürlükten kovdu.
Yani Kemalizm bir “yükseltme” projesi olduğu kadar, bir “tasfiye” projesiydi.
Devletin bekası, halkın iradesinden üstün tutuldu.
Bu yaklaşım, askerî bürokrasiye ve yargıya olağanüstü yetkiler kazandırdı.
1950’de Demokrat Parti’nin “Yeter!........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Sabine Sterk
Robert Sarner
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d