Mustafa Kemâl'in uydurma şecereleri ve hakîkî mensûbiyeti (8)
Böylece, Asrî Demokrasi anlayışında mûtedil bir milliyetcilik ile topyekûn İnsanlık sevgisi iç içe geçmiş, birbiriyle kaynaşmıştır. Millî hüviyetine sâhib çıkarak, fakat şovenizme, millî narsisizme sapmadan, kendi milletinin üstünlüğü dâvâsını gütmeden, zulümde dahi kendi milletini desteklemek gibi bir dalâlete düşmeden, diğer milletleri istismâr etmeden, onlara zarâr vermeden, hattâ millî menfâatleri topyekûn İnsanlığın menfâatlerinden üstün tutmadan, kendi milletini maddeten ve mânen yüceltmiye, kendi memleketini dünyânın en ileri memleketlerinden biri yapmıya çalışmak, dîğer milletlerle hayırda yarışmak şeklindeki bir milliyetcilik anlayışı, bütün İnsanlığa yönelik sevginin ilk adımıdır. Zîrâ öncelikle kendi yakın muhîtini ve Milletini sevemiyen bir insanın, kendinden çok uzaklardaki milletleri, çok farklı bir kültürle yoğrulmuş toplulukları sevmesi ve onların da hayrına çalışması hiç beklenmez; ama yakın muhîtinde sevgi yolunda yürüyen insanların, gerekdiğinde diğer hemcinslerinin, diğer Milletlerin imdâdına koşması kuvvetle umulur. Kısaca: Mûtedil Milliyetcilik, İnsâniyetperverliğin elzem, fakat kâfî olmıyan şartıdır.
Demek ki Cumhûrî Nizâmın özü sevgidir; insan sevgisi, Yaradan ve yaratılmış sevgisidir. Sevgiye inanmadan Cumhûrî Nizâm olmaz! Yûnus Emre’mizin deyişiyle: “Hakk’ı gerçek sevenlere cümle âlem kardeş gelir” ve: “Yaradılmışı severiz Yaradan’dan ötürü”…
Bir de, cumhûrî felsefenin temelindeki bu İnsâniyetperverlik, (“Kıyâmet Alâmetleri” zihniyetine zıdd olarak) bütün kusûrlarına rağmen İnsanlığa ve onun istikbâline (zihnen, mânen tekâmül ede ede, kendini ıslâh ede ede daha iyi bir İnsanlık Âleminin vücûd bulacağına) duyulan îtimâd ve onun hakkında beslenen nikbîn duygular demekdir. Aynen, Demokrat siyâsetci Jean Jaurès’in (1859 - 1914), “Gencliğe Hitâbe”sinde dile getirdiği gibi:
“Bütün sefâletlerimiz, işlediğimiz veyâ başımıza gelen bütün haksızlıklar ötesinde gerçek olan birşey var ki o da insan tabîatine büyük ölçüde îtimâd etmek lâzım geldiğidir. Eğer İnsanlığın yüceliğini kavrıyamıyorsak ve onun emsâlsiz istikbâlini sezemiyorsak, kendi kendimizi onu anlamamıya mahkûm ediyoruz demekdir. İnsanlığa ve onun istikbâline olan bu îtimâd ne safça, ne körce, ne de ciddiyetsizcedir. Ona îtimâd etmek, kötülükleri, cinâyetleri, hatâları, peşîn hükümleri, çeşid çeşid hodbînlikleri (hani şu İnsanlığın yürüyüşünü ağırlaştıran ve sık sık suyun akıntısını bulanık ve kanlı bir girdâba çeviren ferdlerin, siyâsî fırkaların, sınıfların hodbînliğini) bilmemek demek değildir. Bu îtimâd duygusu, iyilik kuvvetlerinin, hikmet, aydınlık, adâlet kuvvetlerinin zamânın yardımından vazgeçemediklerini ve esâret ve cehâlet gecesinin her tarafın ânîden aydınlanmasıyle son bulmadığını, fakat onun belli belirsiz bir dizi fecirle sâdece hafîflediğini bilir. Evet, insana îtimâd eden insanlar bunu bilirler. Ve onlar, bütün insânî imkânların [potansiyelin] kendi hayâtlarının dar sınırları içinde tezâhür etmemesinden büyük memnûniyet duyarlar. (Ce qui reste vrai, à travers toutes nos miséres, à travers toutes les injustices commises ou subies, c’est qu’il faut faire un large crédit à la nature humaine; c’est qu’on se condamne soi-même à ne pas comprendre l’humanité si l’on n’a pas le sens de sa grandeur et le pressentiment de ses destinées incomparables. Cette confiance n’est ni sotte, ni aveugle, ni frivole. Elle n’ignore pas les vices, les crimes, les erreurs, les préjugés, les égoïsmes de tous ordres, égoïsme des individus, égoïsme des partis, égoïsme des classes qui appesantissent la marche de l’homme et absorbent souvent le cours du fleuve en un tourbillon trouble et sanglant. Elle sait que les forces bonnes, les forces de sagesse, de lumière, de justice, ne peuvent se passer du secours du temps, et que la nuit de la servitude et de l’ignorance n’est pas dissipée par une........© Milat
