Mustafa Kemâl'in uydurma şecereleri ve hakîkî mensûbiyeti (16)
“Millî Şef”: “Hâkimiyet-i milliye, efkâr-ı umûmiye sözleri bir takım süslü kelimelerden ibârettir”
Totaliter Zihniyet ve Sabataî terbiyesi îcâbı, Müslüman halka hitâb ederken kullandıkları ifâdeler ile kendi mahrem muhîtlerinde kullandıkları ifâdeler birbirine zıddır. Bu husûsta “Ebedî Şef”in Râdifesi, bir başka misâldir.
“Tek Adam”ın “Mûtâd Zevât”ından, İstiklâl (daha doğrusu Tedhîş) Mahkemeleri Âzâsı, Gazianteb Meb’ûsu, Mustafa Kemâl’in İş Bankası’nın idârecilerinden Kılıç Ali (İstanbul, Beşiktaş, 1885 – a.y., 14.7.1971, Şişli C., Zincirlikuyu Mez.) anlatıyor:
“Bir gün toplanmış olan ve benim de dahil bulunduğum bir Fırka Divanında, İmalât-ı Harbiye Fabrikasında yapılan kadro dolayısıyla açıkta bırakılan amelelerin vaziyeti müzakere mevzuu olurken, İsmet Paşa, ameleyi himaye eden Recep Peker merhuma kızarak:
‘- Hâkimiyet-i milliye, efkâr-ı umumiye sözleri bir lâfz-ı muraddan ve bir takım süslü kelimelerden ibarettir! Böyle bir şey yoktur! Bütün dünyada carî ve mukadder olduğu gibi, mesele, okur-yazar denilen ekalliyetin, okuması, yazması olmıyan ekseriyeti idare etmesidir! Ekalliyet denilen okur-yazarların da başlarına menfaat yularını geçirip Hazine yemliğine bağladın mı, bütün idare yoluna girer ve muntazam işler!” dedi. (Kılıç Ali, Atatürk'ün Hususiyetleri, İstanbul: Sel Yl., Atatürk Kütüphânesi: 2, 1955, ss. 54-55. Bu kitab, Mart 1998’de, Cumhuriyet gazetesi tarafından da neşredilmiştir. Bahis mevzûu sözler, işbu baskının 67. sayfasındadır.) (Mustafa Kemâl’in Hastalığı, Ölümü, Cenâzesi; Yeni Söz, 24.11.2019/424)
Şükrü Kaya: “Dînler, işlerini bitirmiş, vazîfeleri tükenmiş, yeniden uzviyet ve hayâtiyet bulamıyan müesseselerdir… Biz diyoruz ki, dînler, vicdânlarda ve mâbedlerde kalsın, maddî hayât ve dünyâ işine karışmasın! Karıştırmıyoruz ve karıştırmıyacağız!”
Kemalist Rejimin pek nüfûzlu Dâhiliye Vekîli, Beynelmilel Mason Mâbedinin 33 dereceli sâliki Şükrü Kaya (1883-1959), Totaliter Rejimin fikriyâtına tercümân olarak, Meclis'de, 3 Aralık 1934 günki nutkunda, dînler hakkında şu hükmü vermişti:
“Dînler, işlerini bitirmiş, vazîfeleri tükenmiş, yeniden uzviyet ve hayâtiyet bulamıyan müesseselerdir.”
Aynı nutkunda, “İrticâ”ın Totaliter Zihniyete gâyet muvâfık bir târifini de yapmıştı:
“[Kemalist] İnkılâbın emirlerini yapmamak irticâa hizmet etmek, mürteci olmak demektir…”
Mustafa Kemâl'in bu hâs adamı, “Ebedî Şef”inin TBMM'deki son nutkundan dokuz ay evvel, 5 Şubat 1937'de, bu def'a, Kemalist Fırka'nın oklarla ifâde edilen “Altı Umde”sinin (Laiklik, v.s.) Kânûn-i Esâsî'ye dâhil edilmesi hakkındaki kânûn lâyihasını, “Büyük Şef” ve Başvekîl tarafından vazîfelendirilmiş olarak, Fırkası nâmına müdâfaa etmek üzere Meclis'de îrâd ettiği heyecânlı hitâbesinde, Kemalist olmanın Materyalist olmak mânâsına geldiğini bildiriyor, “dînlere” (hakîkatte sâdece Müslümanlığa) ictimâî hayâtta hiçbir söz hakkı tanımıyor, dînî inancları vicdânlarda mahbûs kalmıya, binâenaleyh ademe mahkûm ediyordu. Kemalizmin bu sözcüsüne nazaran, kânûnlar, hiçbir sûretle Dînden mülhem olamaz, dînî bir endîşeyi kaale alamaz; kânûn vaz'ında esâs olan Laiklik, yânî Materyalizmdir:
“Mâdemki târihte Deterministiz, mâdemki icrââtta Pragmatik Maddiyetciyiz, o hâlde kendi kānûnlarımızı kendimiz yapmalıyız! Kendi cemâatimizi mâverâ-yı dünyâya taallûk eden her türlü endîşelerden, her türlü lâhutî [ilâhî] hayâllerden müberrâ olarak [kılarak], kânûnlarımızı, bu günün îcâblarını, maddî zarûretlerini göz önünde tutarak yapmalıyız! […] Onun içindir ki, biz her şeyden evvel Lâikliğimizi îlân ettik. […] 462
“…Lâiklikten maksadımız, dînin memleket işlerinde müessir ve âmil olmamasını têmîn etmektir. […]
“Biz diyoruz ki, dînler, vicdânlarda ve mâbedlerde kalsın, maddî hayât ve dünyâ işine karışmasın! Karıştırmıyoruz ve karıştırmıyacağız! (Bravo sesleri, alkışlar).” (TBMM Zabıt Cerîdesi, 5.2.1937, Devre: V, Cild: 16, İctimâ: 2, 33. İn'ikad, ss. 59-61. Bu metinde, istisnâî olarak, onu iktibâs ettiğimiz Zabıt Cerîdesi'ndeki imlâya riâyet etmedik; doğru telaffuza uygun imlâyı tercîh ettik. Esefle hatırlatmamız lâzım ki Dil Kurumu'nun, bir asırdır devâm eden Türkceyi tahrîb harekâtında kullandığı mühim bir vâsıta da, tahrîfkâr imlâdır…) (Mustafa Kemâl’in........© Milat
