menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Zamanın tanığı

10 0
26.03.2025

Sabahın ilk ışıkları Boğaz’ın sularına düştüğünde, İstanbul, Yahya Kemal’in “Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer” dediği o büyülü uyanışı yaşar. Süleymaniye Camii’nin devasa kubbeleri, minarelerinden yükselen “Allahu Ekber” nidalarıyla bin yıllık bir medeniyetin nefes alışını hatırlatır. Victor Hugo’nun “Şehirler, insanlığın kolektif hafızasıdır” sözünün canlı bir tezahürüdür bu şehir. Taşlarına sinen her çizik, bir imparatorluğun yükselişini, bir sanatkârın terini, bir âşığın fısıltısını taşır. Topkapı Sarayı’nın avlusunda, Haliç’in üzerinde süzülen bir martı, Mimar Sinan’ın terazisindeki dengeyi andırır. Bu denge, sadece mimaride değil, Doğu ile Batı’nın, geçmişle geleceğin kavuştuğu bir medeniyet manifestosudur.

Süleymaniye Camii, yalnızca bir ibadethane değil, bir medeniyetin sabrının ve estetik iradesinin abidesidir. Mimar Sinan’ın “Kalfalık eserim” dediği bu yapı, inşası sırasında harcına karıştırılan yumurta akından, akustiğini sağlayan dev küplere kadar mühendislik harikaları barındırır. Caminin avlusunda oturan bir öğrenci, “Sinan bu taşlara dokunurken, bizim bugün burada soluklanacağımızı biliyor muydu?” diye sorar. Cevap, Kanuni Sultan Süleyman’ın vakfiyesinde saklıdır: “Bu cami, kıyamete dek ayakta kalsın diye değil, insanın ruhunu yüceltsin diye yapıldı.” Goethe’nin “Mimari, donmuş müziktir” sözü, burada somutlaşır. Kubbenin altında okunan bir Mevlit, Bizans ilahileriyle harmanlanıp duvarlarda yankılanır gibidir.

Ayasofya, insanlığın ortak hafızasının taşa kazınmış bir belgesidir. Justinianus’un “Ey Süleyman, seni geçtim!” diye haykırdığı günden........

© Milat