Vergisi ödenmemiş günahlar
Berlin sokaklarında yürürken başınızı öne eğerseniz, kaldırımlarda parlayan pirinçten küçük küp taşlar görürsünüz. Adına "Stolpersteine" (Tökezleme Taşları) derler.
Almanlar, Nazi döneminde o evlerden koparılıp götürülen insanların isimlerini yazar o taşlara. Turistlerin, yayaların ayağı "takılsın", o utançla yüzleşilsin diye...
"Geçmişte bir hata yaptık, unutmuyoruz" demenin, vicdanı rahatlatmanın Batıcasıdır bu. Ama başınızı o taşlardan kaldırıp biraz ileriye bakarsanız, paradoksu görürsünüz. Avrupa’nın en büyük "genelevi" de aynı Almanya'dadır. Biri "utanç" abidesi, diğeri "vergi" rekortmeni.
Peki, biz bu ikiyüzlülüğün neresinden döndük?
Bu sorunun cevabı, Zürafa Sokak’taki yıkım çalışmalarında molozların arasından çıkan tozlu bir defterde saklıydı. O defter, sadece bir muhasebe kaydı değil, Cumhuriyet tarihinin en büyük ikiyüzlülüğünün kara kutusuydu. O kutunun kapağını aralamak için hafızamızı biraz geriye, "Eski Türkiye"nin kodlarının yazıldığı 1946 yılına sarmamız gerekiyor.
Askeri Missouri Zırhlısı’nın İstanbul’a geleceği o günlerde, dönemin idaresi Amerikan askerlerine şirin görünmek için sadece cami minarelerine "Welcome" mahyaları asmakla yetinmemişti.
Karaköy’den Beşiktaş’a kadar tüm binalar boyanırken; devletin talimatıyla Abanoz ve Zürafa Sokak’taki o malum evlerin de dış cepheleri badanalanmış, içleri temizlenmiş, sakinleri sıkı bir sağlık kontrolünden geçirilerek Amerikan askerine "hazır" hale getirilmişti.
Vaktiyle sadece "hastalık yayılmasın" diye mecburen denetim altında tutulan o yerler; 1946 kafasıyla bir anda "diplomatik ikram" alanına dönüştürülmüştü.
Bu "normalleştirme" sadece devlet katında kalmamış, sanatçısından vatandaşına kadar hayatın içine bir "mecburiyet" gibi sızmıştı. Hafızalardaki o acı hatırayı, Türk sinemasının "ezber bozan" ismi Müjde Ar yıllar sonra anlatmıştı.
Henüz 6 yaşındayken, validesi Aysel Gürel ve rahmetli Münir Özkul ile çıktıkları Anadolu turnesinde, gittikleri kasabada kalacak otel bulamayınca mecburen bir "pansiyon" gibi o evlere sığınmışlardı. 6 yaşındaki bir çocuğun, etraftaki o kalabalığı ve pazarlığı görüp annesine sorduğu soru, aslında dönemin özetidir:
"Anne burada ne satılıyor?"
Cevap yok. Ama sistemin cevabı belliydi: "Burada vergiye tabi her şey satılabilir."
Müjde Ar’ın o çocuksu sorusunun en sarsıcı cevabını ise yıllar sonra bizzat o duvarların ardından bir başkası haykırmıştı. 90’lı yılların efsane dergisi Öküz’de; Orhan Pamukların, Can Yücellerin yazı yazdığı o sayfalarda, Metin Üstündağ’ın cesaretiyle kalemi eline alan bir genelev çalışanı, Mehtap Kandemir anlatmıştı o "satılan"........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Waka Ikeda
Mark Travers Ph.d
John Nosta
Daniel Orenstein