Toprak ve suyun kardeşliği
Şehir, toprağın kalbine uzanan köklerini unutmuş bir çınar gibiydi. Betonun soğuk kabuğu altında, Anadolu’nun kadim nefesi gizleniyordu. Sokaklar, Franz Kafka’nın Dönüşüm’ündeki Gregor Samsa’nın kabuk değiştirme çabasını andırıyordu; ancak bu kez dönüşüm, bir umut hikâyesine gebeydi. İnsan yüzleri, James Joyce’un Dublinliler’indeki gibi ışığa tutuldukça değişen renkler barındırıyordu: Bir tarafta alın teriyle yoğrulmuş çizgiler, diğer yanda geleceğe dair inancın parıltısı. Toprak susamıştı, su ise bereketin müjdecisi olarak çağlıyordu. Tam da bu kavuşma anında, George Orwell’in 1984’teki “Büyük Birader”inin teknolojik gözetimi, insanı değil, insanlığı koruyan bir kalkana dönüşüyordu.
Ama unutma: Toprak ve su, medeniyetin iki temel direğidir. Tıpkı Yeşil Yol filmindeki John Coffey’in masumiyetinin, şehrin göbeğindeki bir gökdelende çalışan mühendisin emeğiyle buluşması gibi… Betonun katı kabuğunu yaran bir filiz,........
© Milat
