menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Sen papatya çayı değilsin tefekkür et

28 2
08.03.2025

Sabah alarmı çaldığı anda başlayan dijital maraton, gözlerimizi açtığımız ilk saniyeden itibaren hepimizi avucuna alıyor. Telefonlarımız bizi yataklarımızdan kaldırmıyor, adeta çekip sürüklüyor. Sosyal medya bildirimleri kahvaltımızın tuzu, e-postalar ise sabah çayımıza karışan acı bir tat haline geldi. Peki, bu koşuşturmada kendi zihnimizin efendisi olabildiğimizi düşünüyor muyuz? Yoksa biz de “kaydırmaya devam et” komutuna boyun eğen, iç sesini susturmuş “modern zaman robotları”na mı dönüştük?

İronik olan şu, özgürlüğümüzü sağladığını iddia eden teknoloji, bizi görünmez bir kafese mi hapsediyor? Bir yandan dünyaya bağlanırken, öte yandan kendimizden koptuk. Zihinlerimiz, sürekli akan veri nehriyle beslenen aç bir canavara dönüştü. Peki ya ruhumuz? O, bu dijital kaosun ortasında yalnız bir çocuk gibi, belki de susturulmayı bekliyor…

Bu satırlar, içimizdeki o çocuğun çığlığını duymaya cesaret edenler için. Çünkü gerçek hayat, ekranlarda kaydırdığımız o anlarda değil, kendimizle kalabildiğimiz o nadir sessizlik anlarında başlıyor.

Aksi durumlar, “zihinsel enerji sızıntısı” yaratıyor: Her gereksiz tıklama, içimizdeki potansiyelden bir parça çalıyor. Şehir hayatının gürültüsü, trafik ve kalabalık, düşüncelerimizi dağıtırken iç sesimizi susturuyor. Oysa biz insanlar, derin düşüncelere ve yaratıcılığa ancak dinginlikte ulaşabiliriz.

Toprak ve doğa, modern yaşamın yapay hızına karşı bir panzehir sunuyor. Kuş cıvıltıları, yavaş süzülen bulutlar ve rüzgarın hışırtısı… Bu ritim, ruhumuzu modernizmin karmaşasından kurtarıyor. Doğa, kusursuz bir uyumla işleyen bir okul........

© Milat