Muhtemelen milyarder olmayacağız
Aynaya baktığınızda ne görüyorsunuz? Ben bazen şunu görüyorum: kırklı yaşlarda, orta sıralarda bir adam. Ne çok başarılı, ne çok başarısız. Ne çok özel, ne de tamamen sıradan. Tam ortada bir yerde, askıda kalmış gibi. Ve işte o an geliyor: "Bu mu yani?"
Ekrana bakıyorsunuz. Sizinle aynı yaşta biri, kurduğu şirketin değerlemesini, yazdığı kitabın baskı sayısını anlatıyor. Göğsünüzde o tanıdık sıkışmayı hissediyorsunuz. Geride kaldığınız, potansiyelinizi harcadığınız hissi. Muhtemelen multimilyarder olmayacaksınız. Tarih kitaplarında adınız geçmeyebilir. Viral bir konuşma yapmayabilir, adınıza vakıflar kurulmayabilir.
Neden bu "yetersizlik" hissi omuzlarımıza ağır bir yük gibi biniyor?
Çünkü kendimize yüklediğimiz ezici baskı şu: Büyük olmak, iz bırakmak, tarihe geçmek zorunda olmak. Aidiyet ve anlam kaynaklarımızı yitirdikçe, varlığımızı haklı çıkarmak için kariyerlere, başarılara, sosyal medya metriklerine sarıldık. Hepimiz bir "anlam performansı" sergiliyoruz. Unutulmamak için boğuşuyoruz. Her kararı sanki kâinatın dengesi ona bağlıymış gibi tartıyoruz.
Ama işte burada, ters köşe bir fikir devreye giriyor: Önemsizliğin özgürleştirici gücü.
Belki de büyük olmak zorunda değiliz. Belki de bu yetersizlik hissi, bizi ezen bir yük değil, bizi özgürleştirecek asıl anahtardır.
Şöyle düşünelim: Bu gezegende yaklaşık yüz milyar insan yaşadı ve öldü. Bunlardan........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Robert Sarner
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d