menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Küllerin sabrı

24 0
08.04.2025


İstanbul’un metrobüs duraklarında koşturan ayakabıların telaşı, modern zamanın ritmine ayak uydurma çabasının bir metaforu sanki. Her sabah, kronometreye bağlı yaşayan bir neslin çocuklarıyız. Dakikaları verimlilik uğruna harcarken, bir çay molasında bile gözümüz saatte takılı kalır. Oysa şiirlerin tılsımcısı Cemal Süreya’nın dediği gibi, “Hayat kısa, kuşlar uçuyor”. Peki ya uçan kuşları izlemek için duraksamak, “kayıp” değil de “kazanç” ise? Belki de boşluğun ihtişamı, tam da gözden kaçırdığımız o sessiz anlarda gizli.

Gençliğimde, Ankara’nın dik yokuşlarında bisiklet sürmekten pedallarım eğrilirdi. Annem, “Boşuna vakit geçiriyorsun!” derdi. Ama o yokuşlarda öğrendim ki, rüzgârın yüzümde bıraktığı iz, hayatın bana fısıldadığı bir şiirdi. Şimdi kalemimi tutarken, cümlelerimin ritmini o pedal seslerine borçluyum. Boş denen o anlar, aslında ruhun tuvaline düşen renklerdi. Ne garip: “Zaman öldürdüm” dediklerimiz, bizi en çok diri tutan anlarmış.

Türkiye’nin gençleri, sınavlarla örülü bir labirentte kaybolmuş durumda. Bir üniversite sıralaması, bir staj başvurusu, bir dil puanı… Her adım, geleceği yakalama telaşıyla atılıyor. Peki ya şimdi? Bir kuşak, an’ı unutarak yaşıyor. Oysa Anadolu’nun köylerinde hâlâ yaşlı bir nine, kilim dokurken ara verir; çayını yudumlar ve gökyüzüne bakarak “Allah’ın işi” der. Bu kadim bilgelik bize neyi hatırlatır? Belki de verimlilik denen canavarın, ruhumuzu çaldığını… Felsefenin ışığı Seneca, “Zamanı kullanmayı bilene, yeterince uzundur” der. Ama ya kullanmak değil de bırakmak gerekiyorsa? Tasavvufta “fenâ” hâli, varlığın yoklukta erimesidir. Mevlana’nın........

© Milat