Kırık aynalar salonundaki medeniyet
Pencerenin önündeki masamda, babamdan kalma o eski kurmalı saati tamir etmeye çalışırken buldum kendimi bu sabah. Minik çarklar, zemberekler, vidalar... Her biri bir diğeri olmadan anlamsız; hepsi birlikte ise zamanın o mucizevi ritmini yaratan bir kainat. Bir an duraksadım. Akrep bir türlü ilerlemiyordu. Sorun tek bir çarkta değildi; mekanizmanın ruhu yorulmuştu sanki. Yay geriliyor, çarklar dönüyor ama bir araya gelip o ahenkli "tık-tak" sesini bir türlü çıkaramıyorlardı. Her parça kendi başına doğru çalışıyor ama bütün, yanlışı gösteriyordu.
O an, masamın üzerindeki bu küçük, metal dünyadan başımı kaldırıp pencereden dışarıya, yani asıl dünyaya baktığımda, içimi bir ürperti kapladı. Bizim medeniyetimiz de bu bozuk saate benzemiyor muydu? Her gün gazetelerde, ekranlarda ayrı bir krizin alarmı çalıyor: bir yanda kavrulan ormanlar, kuruyan nehirler; diğer yanda siyasetin zehirli diliyle birbirine düşman kesilmiş toplumlar. Bir köşede servet kulelerinin gölgesinde büyüyen yoksulluk, diğer köşede hakikatin bin parçaya bölündüğü, herkesin kendi kırık ayna parçasından kendi gerçeğine baktığı bir dijital çağın kakofonisi.
Sorun şu ki, bizler bu saatle uğraşan acemi bir tamirci gibiyiz. İklim için ayrı bir usta, ekonomi için ayrı, demokrasi için bambaşka bir usta çağırıyoruz. Her biri kendi uzmanlık alanındaki çarkı parlatıyor, yağlıyor ama kimse mekanizmanın bütünündeki o derin ahenksizliği, o ruh yorgunluğunu görmüyor. İşte buna, yani tüm bu krizlerin sadece bir arada yaşandığı bir "çoklu kriz" değil, hepsini aynı anda doğuran ve birbirine düğümleyen o altta yatan ana damar sorununa, sistem düşünürleri metakriz adını veriyor. Bu, parçaların toplamından daha büyük, her bir krizin diğerinin hem sebebi hem de sonucu olduğu bir varoluşsal buhrandır.
Zihnim, yetmişlerin o........
© Milat
