menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İstanbul’un ses hafızası

28 0
17.08.2025

İnsanın hafızası bir sandık gibidir; kıymetli mücevherlerini en derininde saklar. Şehirlerin hafızası ise bir rüzgâr gibidir; en kıymetli seslerini sokak aralarında fısıldar, duymayı bilenin kulağına. Bir zamanlar bu şehrin rüzgârı, ahşap bir yalı kapısının gıcırtısını, bir beygirin nal sesini, bir macuncunun çıngırağını taşırdı kulağımıza. O sesler sadece birer titreşim değil, şehrin ruhunun notaları, yaşayan, nefes alan varlığının deliliydi. Şimdi ise o rüzgâr, bir şantiyenin metalik çığlığını, bitimsiz bir trafiğin uğultusunu ve birbirine benzeyen yüzlerce dükkândan taşan ruhsuz bir gürültüyü taşıyor. Sesler ölünce, şehir de bir parça sağırlaşır, bir parça ruhunu yitirir.

Peki, bu kaybolan sadece bir nostalji midir, yoksa daha derin, daha evrensel bir yasanın İstanbul sokaklarındaki yansıması mı? Son zamanlarda fizik ve felsefe sınırlarında gezinen cüretkâr bir düşünce deneyi, yaşadığımız bu işitsel kaybı bambaşka bir düzleme taşıyor. Bu teoriye göre kâinat, sürekli olarak düzensizliğe, kaosa, yani bilimsel adıyla ‘entropi’ye doğru sürüklenen bir gemi olmaktan öte, bu çürümeye ve dağılmaya karşı kendi bağışıklık sistemini geliştiren canlı bir organizmadır. Ve bu kozmik bağışıklık sisteminin en özel antikorları da ‘bilinç’ sahibi varlıklardır; yani bizleriz. Bu yaklaşıma göre varoluşumuz, kâinatın bozulan, yıpranan, anlamını yitiren dokularını onarmak üzere görevlendirilmiş birer bilinç hücresi olmamızdır.

Eğer bu metaforun bir hakikat payı varsa, o zaman İstanbul'un ses hafızasının silinmesi, sadece bir şehirleşme sorunu değil, kentin ruhani dokusunu kemiren bir entropi çürümesidir. O zengin, katmanlı, her biri bir hikâye anlatan ses manzarasının yerini alan tek tip ve boğucu gürültü, varoluşun ahengini bozan bir parazittir. İşte bu noktada, içimizde o eski seslere duyduğumuz........

© Milat