Hiçbir şey hissedemeyen insanlar nasıl ağlar?
Bu soru, basit bir meraktan öte, ruhun en kuytu köşelerine açılan bir kapı gibidir. Beynimizin derinliklerinde, duygusal evrenimizin başkenti olan badem şeklindeki o küçük merkez, yani amigdala, eğer doğuştan sessizse ne olur? Korku, sevinç, öfke gibi temel insani deneyimler birer yabancı dile dönüşürse, hayat nasıl yaşanır? Uyuyan baharın habercisi Sohn Won-pyung’un kaleminden çıkan ve son yılların en sarsıcı romanlarından biri olan Badem, bizi tam da bu sessizliğin kalbine, yani sessizliğin kalbi Yunjae’nin dünyasına davet ediyor.
Yunjae, "aleksitimi" adı verilen, yani "duygular için söz yokluğu" olarak bilinen bir durumla yaşıyor. Onun için dünya, anlamı olmayan dev bir sahne.
Onun sabırlı tercümanları, annesi ve ninesi, hayatta kalabilmesi için ona duyguları bir matematik formülü gibi öğretiyor. Evlerinin duvarları, "Biri gülümserse sen de gülümse," "Teşekkür etmeyi unutma" gibi yapışkan notlarla dolu. Yunjae için ağlamak, kalbin taşması değil, belirli durumlarda sergilenmesi gereken, öğrenilmiş bir sosyal jest. Gözyaşı, ruhun toprağından fışkıran bir pınar değil, bedenin ezberlediği bir rol, yanaklardan süzülen tuzlu suyun ruhsuz eylemi. Onun sükûneti, toplum tarafından sık sık yanlış yorumlanıyor: Öfkelenmesi gereken yerde sustuğunda "sabırlı", ağlaması gereken yerde tepkisiz kaldığında ise "güçlü" ve "metanetli" olarak görülüyor. Oysa bu sessizliğin ardında, belki de "Ne zamandır meczubum ben bu âlemde" sorusunun yankısı gizlidir.
Romanın dehası, Yunjae'nin bu mutlak hissizliğinin karşısına, duyguların anarşisini koymasında........
© Milat
