Hayanın izi
Bir genç, sabahın erken saatlerinde telefonunu eline alıyor. Parmakları, gece yarısı izlediği videoların üzerinden kayarken, gözleri "beğeni" sayısına takılıyor. Bir an için duraklıyor: "Bu kadar özel hayat paylaşmak doğru mu?” diye düşünüyor. Ama sonra, "Herkes yapıyor!" diyerek iç sesini susturuyor. İşte tam bu anda, haya duygusunun sessiz çığlığı duyulmaz oluyor.
Peygamberimizin (s.a.v.) “Haya imandandır” sözünü ilk duyduğumda, bunun sadece “örtünmek” ile ilgili olduğunu sanmıştım. Oysa zaman gösterdi ki haya, insanı kötülüğe düşmekten alıkoyan bir iç bekçi. Tıpkı Hz. Yusuf’un (a.s.) Züleyha’nın odasından kaçarken hissettiği o ilahi titreme gibi… Ya da Hz. Meryem’in, iffeti sorgulandığında “Keşke ölseydim!” diye haykırması gibi… Bugünse insanlık, bu titremeyi unuttu.
Sokakta mini eteğiyle yürüyen bir kız, “Moda bu!” diyor. Ofiste patronuna yalan söyleyen bir çalışan, “İş dünyasında dürüstlük naifliktir!” diye savunuyor. Sosyal medyada çocuklarının mahrem anlarını paylaşan bir anne, “Takipçilerim bunu seviyor!” diye ekliyor. Haya duygusu, yerini *“beğenilme arzusu”*na bıraktı. Artık utanç, “zayıflık” olarak görülüyor.
Bir restoranda masadaki erkek, karısının yanında başka bir kadına açıkça bakıyor. Gözleri, “Kimse fark etmez” rahatlığıyla geziyor. Oysa Hz. Yusuf, bir bakışın peşinden sürükleneceği zindanı göze almıştı. Bugünse bakışlar, sınırsızca harcanan bir para birimi. Haya yitirilince, gözler haramı normal görüyor, kulaklar gıybete altyazı yazıyor.
“Neden........© Milat
