Güvenmek cesaret ister
Güvenmek. Hayatımızın her anında karşımıza çıkan, ilişkilerimizin temelini oluşturan bir kelime. Bir arkadaşımıza sırrımızı emanet ederken, bir iş ortağımıza yatırım yaparken, hatta sabah uyandığımızda çalar saatimize güvenirken bile bu duyguyla hareket ederiz. Peki, güvenmek sadece bir risk almak mıdır? Yoksa bu duygunun çok daha derin, çok daha insani bir boyutu var mıdır? Bugün bu sorunun peşine düşeceğiz.
Bir hafta sonu şehir dışına çıkma planınız var. Yakın bir dostunuz sizden aracınızı ödünç almak istiyor. Bu dostunuzun ehliyeti var. Aracınızı daha önce de kullanmış, hiçbir sorun yaşanmamış. Onun sorumluluk sahibi biri olduğunu biliyorsunuz. Aracınıza zarar verme ihtimali oldukça düşük. O, gerçekten iyi ve güvenilir bir insan.
Aracınızı ödünç vermek, basit bir eylem değildir. Dostunuza aracınızın sorumluluğunu emanet ettiğinizde, kaçınılmaz olarak bir risk alırsınız. Eğer araç çizilirse, geç teslim edilirse veya bir kaza yaşanırsa, bunun hem maddi hem de manevi bedelini siz ödersiniz. Burada resmi bir sözleşme veya yasal bir yükümlülük söz konusu değil. Sadece bir dostluk ilişkisi var. Dolayısıyla, bir depozito talep etmeniz de beklenmez. Bu durum, aracınızı bir başkasına emanet ettiğinizde bir risk üstlendiğinizi açıkça gösterir.
Güven ile risk arasındaki bu sıkı bağ, genel bir ilke olarak kabul edilebilir. Güvenmek eylemi, her zaman belirli bir riski beraberinde getirir. Bu, aracınızın zarar görmesi riski olabileceği gibi, bir sırrın ifşa olma riski de olabilir. Her güven eylemi, güvenen kişi için bir belirsizlik barındırır. Eğer bu düşünceye katılıyorsanız, felsefi açıdan köklü bir geleneğin parçasısınız demektir.
Konuyla ilgili pek çok düşünür, güvenin kişinin çıkarlarını etkileme yetkisini başkasına devretmeyi içerdiğini belirtir. Bu durum, diğer tarafın bu yetkiyi kötüye kullanma potansiyelini de beraberinde getirir. Kimi görüşlere göre,........
© Milat
