Gerçek bağlatının anahtarı
Metronun soğuk, titreşimli koridorlarında, insanların nefesleri camlara buğu bırakırken, bir çift gözle çarpıştım. Sanki zaman, o kalabalığın içinde duraksamıştı. Çelik rayların gürültüsü, anonslar, ayak sesleri… Hepsi silikleşti. O gözler, bir mağaranın derinliğinde yanan issiz bir ateş gibiydi: ilkel, dürüst, kaçınılmaz. İçimdeki her şeyi ışığa çeken bir alev. Baktım, sonra yüzümü çevirdim. Yeniden döndüm, ama bu sefer bakışlarımızın kesiştiği yerde bir ürperti hissettim. Neden bu kadar korkmuştum?
Gözler neden yalnızca gerçeği fısıldar? Tenimizi örtmek için kumaşlar icat ettik, bedenlerimizi sarmalayan katmanlar. Ama gözlerimizi saklamak için yalnızca kirpiklerimiz var. Belki de bu yüzden, göz teması insanlığın ilk "dilidir." Kelimeler doğmadan önce, atalarımız bakışlarla anlaşırdı: Tehlikede miyiz? Güvende miyiz? Sevgiyi, öfkeyi, korkuyu iletmek için sözcüklere ihtiyaç yoktu. Gözler, bedenin sırdaşıdır. Kalbin atışını gizleyemez, adrenalini kamufle edemez. Bir annenin yeni doğmuş bebeğine baktığı ilk an, bir sevgilinin ihanet sonrası kaçırdığı bakış… Hepsi aynı gerçeği haykırır: Gözler asla yalan söylemez.
Carl Jung’un dediği gibi, "Kendinle yüzleşmek, dünyayla yüzleşmekten daha zordur." Göz teması, tam da bu yüzleşmeyi dayatır. Karşınızdakinin gözbebeklerinde kendi yansımanızı görürsünüz. O yansıma, içinizde bastırdığınız çocuğu, reddettiğiniz korkuları, kabullenmediğiniz arzuları size uzatır. Nietzsche’nin........
© Milat
