Dünyanın aptallara ihtiyacı var
Tokyo’nun gri bulutları altında, her sabah aynı parkta durup ağaçların tepesine bakan bir adam düşünün. Elleri tuvalet temizliğinden nasır tutmuş, cebinde eski bir Olympus fotoğraf makinesi, çantasında ise ikinci el kitap sayfaları arasına sıkıştırılmış şiirler… Wim Wenders’ın Perfect Days’indeki Hirayama, modern dünyanın “başarı” takıntısına inat, bir çınar yaprağının düşüşünü izler gibi yavaş ve derinden yaşıyor. Belki de hepimizin unuttuğu bir hakikati hatırlatıyor: Yaratmak, bir hedef değil, soluk alıp vermenin ta kendisi.
“Şiirlerim kötüyse”, diyor Lana Del Rey, “suçu dünyada aramak kolay.” Audre Lorde’un dediği gibi, şiir bir lüks değil, “hayatta kalma aracı” aslında. Peki neden hâlâ kırık dökük dizelerimi saklayıp duruyorum? Belki de bir gün, tıpkı Hirayama’nın kadrajında yakaladığı o anlık ışık oyunları gibi, kelimelerim de birilerinin yüreğine düşer diye… Ya da sadece kendi içimdeki karanlığı aydınlatmak için. Çünkü şiir, kusurlu bir aynadır: Baktıkça sizi değil, sizin göremediklerinizi yansıtır.
Japonların wabi-sabi’si, kırık bir vazoyu altınla onaran kintsugi sanatı gibi, hataları kucaklamayı öğretir. İtalya’nın taşra kasabalarında büyüdüğüm günleri düşünüyorum: Kilise çanlarının ezanla karıştığı akşamüstleri, çarşıda süzülen dedikodular, limon kokulu perdelerin arasından sızan güneş… Tıpkı BBC’nin This Country dizisindeki........
© Milat
