Ateşin gölgesinde yeşeren umut
Haziran ve Temmuz 2025… Sanki bir kâbusun içinden geçiyorduk. Ülkemizin ciğerleri yandığı, gökyüzünü kaplayan dumanın, toprağın feryadının yüreğimizde derin yaralar açtığı aylardı. Ekranlara yansıyan alevler, İzmir'den Bilecik'e, Manisa'dan Sakarya'ya kadar birçok şehrimizde yükseldi, her bir kıvılcım içimize bir kor düşürdü. Bu alevler, sadece ağaçları değil, sanki ruhumuzun bir parçasını da sınadı. Peki, bu yangınlar bize ne anlatıyor? Sadece bir felaket mi, yoksa geleceğe dair kadim bir ders mi fısıldıyor? Gözlerimizle gördüğümüz, içimizde hissettiğimiz bu acı tablo karşısında elbette derin bir keder duyduk. Ama bir köşe yazarı olarak, sadece acıyı değil, bu acıdan nasıl bir ders çıkaracağımızı ve nasıl bir çıkış yolu bulacağımızı da konuşmalıyız. Zira millet olarak, küllerinden yeniden doğan Anka kuşu misali, her zorluğun üstesinden gelme azmine sahibiz.
2025 yazında yaşanan orman yangınları, ne yazık ki geçmiş yıllardaki tecrübelerimizi de aşan bir boyuta ulaştı. Sadece birkaç gün içinde 10 bin hektardan fazla ormanlık alanın kül olması, İstanbul'un Avrupa Yakası büyüklüğünde bir alanın yok olması anlamına geliyor. Haziran sonunda iki günde
68 orman yangını ve 82 ziraat yangını olmak üzere toplam 150 yangının çıkması, durumun ciddiyetini gözler önüne serdi. Sakarya'dan Bilecik'e sıçrayan yangınlarda
Köprücek köyünün tamamen kül olması, Manisa Akhisar'daki tahliyeler ve Gaziantep Nurdağı'nda 300 hektarın yanması gibi olaylar, felaketin boyutunu gösteriyor. Bu sayılar, sadece istatistik değil, yitip giden canlar, yok olan yuvalar ve bozulan ekosistemler demek. Her bir ağacın çığlığı, her bir canlının feryadı, aslında bizim de iç sesimizdi.
Bu yangınların ardında birden fazla etken var, sanki kaderin ve insanın el ele tutuştuğu bir trajedi. Bir yanda insan ihmali ve kasıtlı eylemler duruyor. Söndürülmeden bırakılan sigara izmaritleri, anız yakma alışkanlıkları, orman içinde veya bitişiğindeki tarlalarda güvenlik tedbiri alınmadan yakılan ateşler, hatta tarla açmak veya kanunsuz işleri gizlemek için çıkarılan kasıtlı sabotajlar, bu felaketlerin en önemli tetikleyicileri arasında yer alıyor. Diğer yanda ise iklim değişikliğinin artan etkisi var. Artan sıcaklıklar, kuraklık ve değişen rüzgâr rejimleri, ormanları adeta bir barut fıçısına dönüştürüyor, en küçük bir kıvılcımın bile devasa bir felakete dönüşmesine zemin hazırlıyor.
Kurumuş bitki örtüsü, hızla yayılan ve kontrolü zor yangınlara dönüşürken, değişen rüzgarlar alevlerin kontrolsüzce geniş alanlara yayılmasına neden oluyor. Yangınların sadece tek bir nedene bağlanamayacağı, insan faktörü ile iklim değişikliğinin birleşimiyle oluşan karmaşık bir sorun olduğu görülüyor. İnsan ihmali yangınları başlatırken, iklim değişikliği koşulları yangınların yayılma hızını ve yıkıcılığını artırıyor. Bu durum, çözümün de çok boyutlu olması gerektiğini bize fısıldıyor. Kasıtlı yangın çıkarma eylemlerinin ardında tarla genişletme veya kanunsuz işleri gizleme gibi ekonomik faaliyetlerin yatması, çevresel sorunların sadece doğal afetler değil, aynı zamanda sosyo-ekonomik ve ahlaki boyutları olduğunu da düşündürüyor. Yanan bir orman, sadece ağaçların değil, biyolojik çeşitliliği, ormanlarda yaşayan canlıların yaşam alanlarını, ekosistem dengesini, hava kalitesini ve hatta turizm gibi ekonomik sektörleri de olumsuz etkilemesi, çevresel felaketlerin geniş çaplı toplumsal ve ekonomik sonuçları olduğunu gözler önüne seriyor. Aslında yanan, sadece ağaçlar değil, bir yaşam döngüsü, bir miras ve geleceğimizdir.
Tam da bu noktada, İngiliz yazar, mavi gökyüzü düşünürü Matt Ridley'in "Rasyonel İyimser" adlı eserindeki düşünceler bize bir çıkış yolu sunuyor, sanki karanlık bir ormanda kaybolmuşken önümüze düşen bir ışık huzmesi gibi. Ridley, dünyanın çevresel sorunlarının çözümünün, ilkel bir yaşama geri dönmekte........
© Milat
