Volkan Yolcu yazdı: Savaşta ne yaptın baba?
“o sağırlar ülkesinde bağıran bir sesti
ben onu yalnızlığında tanıdım ve sevdim”
Halil Cibran
(İsa Peygamberin dilinden Vaftizci Yahya için)
Edip Yüksel’in kişilerle karşılıklı ve sözlü olarak tartışma azmine, “tartışma” yöntemine olan inancına, kimi zaman kendini çok yormasına kızarak, şaşırırım hep. O inancı hiç yitirmedi, peşin fikirlilerin, okuduğunu ve dinlediğini anlamayanların, kötü niyetlilerin, çıkarları için inanmadığı şeyleri savunanların, ikiyüzlülerin cirit attığı bu yüzyılda ve bilhassa sanal dünyada, ısrarla ve -kelimenin olumlu manasıyla- agresif biçimde “o zaman buyur, tartışalım” dedi hep. Hiç mi illallah demez insan, hiç mi “ne tartışması ya, bıktım, anlamaya niyetleri yok ki zaten” demez? Demiyor işte. Hâlâ o inancı taşıyor. Tartışarak dünyayı değiştirebileceğine samimiyetle inanıyor. Bence kısa vadede çok az ama uzun vadede hatırı sayılır düzeyde başarılı da oluyor, tartıştığı kişilerin değilse de o tartışmayı takip edenlerin zihinlerinde çok şey değiştirebiliyor. Allah muvaffak etsin.
Bir diğer şaşkınlıkla ve imrenerek izlediğim isim İhsan Eliaçık’tır. Edip’in tartışmaya olan merak ve inancı gibi hocada da bir “muhabbet” açlığı vardır ki, tükenmek bilmez. Ya hoca, gecenin yarısı olmuş, bütün gün anlatmışsın, dinlemişsin, büyük ihtimalle toplam 3 saat uyuyacaksın, gitsene evine. Yok, gitmez, kiminle olursa olsun bir muhabbet şansı daha varsa onun için uykudan da değerlidir, yemekten de, her türlü keyiften de. Hocanınki sohbet değildir çünkü, muhabbettir, ikisi arasındaki farkı anlamak için kırk kitaplık bir külliyatı okumak gerekir.
İhsan hocanın, aslında cehaleti eklektik zihin yapısından ve sorularından kısa sürede anlaşılan, anlatılanı anlamama özelliği ile meşhur, televizyon ve siyaset tarihimizin olumsuz manada sembol ismi olarak tarihe geçen bir keçi sakallıya konuk olduğu program meşhurdur. 3-5 günde, program konusu ve konuğu ile ilgili 3-5 kitabı hızlıca (tabi ki altını çizerek, araya post-it yapıştırarak, Allah var o kadarcık özen göstererek) sadece “tarayıp” kendisini entelektüel sandırmayı başaran birisiydi (“Ah çok bilgili, kültürlü, örnek gazeteci abimiz, seni CHP’nin başında görsek keşke” yorumları ile doluydu videolarının altı.) Bu plastik figüre bile laf anlatmaya çalıştı İhsan hoca. Ben olsam 5 yaş ihtiyarlardım o bir saatte.
İhsan hocayla birkaç gün önce İnşa Yayınevi’nin yeni taşındığı dairede buluştuk. Kapıyı kan ter içinde açtı. Her yer koli, sabahtan akşamın dokuzuna kadar taşınmayla, yerleştirmeyle, temizlikle, tasnifle uğraşmış. Belli ki yorulmuş ama bir şey anlatma ve birini dinleme şansı, bir muhabbet fırsatı hasıl oldu ya, gitti tüm o yorgunluğu, derhal canlandı.
“Bak” dedi, kutuların üstünde duran çerçeveli bir resmi alıp duvara tuttu, “bunu buraya asacağım”. Sonra o resmi, hikâyesini, simgelediklerini anlattı. Sonra resmi tekrar aldı eline, “bunu buraya asacağım” dedi ve tekrar gösterdi, heyecanla. Onca acı, yokluk, iftira, cezaevi, linç görmüş, kilometrelerce kitap okumuş, halka mal olmuş, kendi resimleri birçok yere asılmış, sözleri ve aforizmaları onlarca alıntıya ve paylaşıma konu olmuş bu koca çınar, konferans salonunun girişine asacağı bir Ali Şeriati resmi ve altında yazan üç beş kelime için hâlâ heyecanlanıyordu. Daha gencecik çocuklarken duvarımıza bir Binbaşı Ernesto posterini (ve altında yazan -malum- “ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin” sözlerini) astığımızda sanki o an dünyayı değiştirmişiz gibi hissetmenin verdiği heyecan gözlerinden okunuyordu. Aynı heyecandı ama biz o zaman 17 yaşındaydık, hoca ise şu an 64 yaşında. Bizde o heyecandan (en azından odamıza bir poster asarken) eser kalmadı, onun ise “gözleri hâlâ çocuk”.
Hocanın bu kadar sevilmesinde tevazusunun da etkisi büyüktür. Sırrı Süreyya ile Onur Ünlü, esin kaynağı İhsan hoca olan (imam, eski boksör, feylesof, Sosyalist) bir karakterin başrolde olduğu bir film çekerler. Bana göre Türk sinemasının birçok açıdan en önemli 5 filminden biri olan İtirazım Var filmi çıkar ortaya. Sırrı’nın neredeyse bir ay hemen hemen her gece hocayla sohbetleri sonucu şekillenir öykü. Serkan Keskin ve Osman Sonant’ın oyunculukta kendilerini aştıkları, Sırrı’nın kendisinin de bir yan rolü oynadığı filmin ilk senaryosunda bizzat adı geçen İhsan hocanın kendisini oynadığı bir sahne de vardır.
Hoca senaryoyu okur, kimilerinin filmlerde dizilerde boy göstermek ve bu sayede kitap satışlarını arttırmak için can attıkları o günlerde “tüm bunlara gerek yok, hepsini çıkaralım, sadece benim yazdığım o vaaz kalsın” der. O vaaz ki her dinlendiğinde tüyleri diken diken eder, dinleyen her Müslümana varoluşunu sorgulatır (vaaz sahnesi bu linkten izlenebilir).
Biraz düşününce Edip, İhsan hoca, Sırrı gibi insanların bu haslet ve tutkularının dayanak noktasının “kelime” olduğu sonucuna varmak zor değil. Kelime sihirdir, dil ise mucize! Kelimeleri birbirine farklı formlarda ekleyerek karşılıklı konuşabilmenin mümkün hale gelmesi (buna çok alıştığımız ve her insan kendisini konuşabiliyor zannettiği için farkına varmadığımız) büyük bir mucizedir aslında. Rûm suresindeki “yeryüzündeki -farklı farklı- diller Allah’ın ayetlerindendir -mucizelerindendir-” mealindeki ayeti belki biraz da böyle anlamak gerekir. Belki Yuhanna İncili’nin ilk cümlesi olan “In the beginning (there) was the Word and the Word was with God” (başlangıçta -sadece- kelime (kelam) vardı ve kelime Tanrı ile birlikteydi) sözlerini de.
Neredeyse 40 yıl önce “bir Müslüman aynı zamanda Sosyalist olabilir, hatta dinini tam yaşamak istiyorsa olmalıdır” diyen üç beş kişiydik. Gülüyorlardı bize, seven de nefret eden de. Sonra aradan yıllar geçti, hemen hemen aynı zamanlarda iki isimle yakından tanıştı -yıllarca üretmiş, bedel ödemiş, 30 tane kitap yazmış, dirsek çürütmüş isimleri ancak televizyona çıkınca keşfedebilen- yurdum insanı. Biri rahmetli Sırrı Süreyya idi. Şaşırtıcıydı birçokları için, hem “Allah, din, inanç” diyordu hem de üstüne basa basa bir “Sosyalist Devrimci” olduğunu söylüyordu. Diğeri ise İhsan Eliaçık etrafında beliren Antikapitalist Müslümanlar grubu idi.
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Rahmetli babam yıllarca araştırmak, öğrenmek, okumak gereken, dünyanın en büyük beyinlerinin üzerinde ömürlerini harcadığı konularda o zıpçıktı radikal ve daha da kötüsü cahil halimle “bence …” diye başlayan cümleler kurduğumda, yarı sinirli yarı müstehzi, bir müddet bakar, sonra “bir konuda ilk aklına geleni söyleme. Bunu becerebilirsen zaten bir müddet sonra ilk aklına gelen şey ilk aklına gelen şey olmamaya........© Medyascope
