menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Önder Özden yazdı – Şüphe çağında yaşamak: Paranoyanın siyasi ufku

13 4
20.09.2025

Paranoya: Çağın ruhunu belirleyen müzik

Paranoya bugün yalnızca bireysel psikolojiye dair bir mesele değil. Herhangi bir bireyin ruhsal yapısının bir sorunu olmaktan çıkıp, toplumsal bir ruh haline, bir duygulanımsal atmosfere dönüşüyor. İnsan ilişkilerine, davranışlarımıza, siyasal yönelimlerimize sızıyor. Dünyanın bize nasıl açıldığını, onu nasıl kavradığımızı önemli ölçüde etkiliyor.

Kanımca bu atmosfer, siyasal ufkumuzu şekillendiren önemli unsurlardan biri haline geldi. Bir tür arka fon müziği gibi: Filmlerde doğrudan görünmeyen ama sürekli var olan, duygularımızı ve tepkilerimizi yönlendiren müzik gibi. Paranoya, işte tam da böyle bir soundtrack haline gelmiş durumda.

Elbette paranoya farklı biçimlerde tanımlanabilir. Psikoloji ve psikanaliz uzun süredir paranoya tanımıyla boğuşuyor. Fakat teknik tanımlara girmeden, paranoya, kabaca, başkalarına yönelik yaygın bir güvensizlik ve onların kötü niyetli olduğuna dair sürekli bir kuşku hali olarak tanımlayabiliriz.

Bu tanım özellikle iki noktayı öne çıkarıyor: Şüphe ve güvensizlik. Ve bunların yöneldiği yer, yani öteki. Paranoyanın siyasal atmosferine sızmasının kökü tam da burada yeşeriyor ve bu bakımdan yalnızca bireysel deneyimi değil, daha geniş kültürel ve siyasal yönelimleri de yapılandırma kapasitesi taşıyor.

Paranoya aslında bütünüyle yeni değil. Hatta modern felsefenin doğuşunun bizzat paranoya ile başladığını söylemek de mümkün. Elbette, akla gelen ilk isim doğal olarak Descartes. Kesin bilgiye ulaşmak için her şeyden şüphe etmeye başladığında ünlü formülüne ulaştığını biliyoruz: “Düşünüyorum, öyleyse varım.” Ama bunu şöyle de okuyabiliriz, bir bakıma: Şüphe ediyorum, öyleyse varım. Çünkü Fransız filozofa göre dünya üzerinde hiçbir şeyin kesin olarak var olduğundan, kötücül bir cin tarafından aldatıldığımızdan emin olamayız. Elimizde kalan ise kendi düşüncesine, şüphesine sıkışıp kalan bir varoluş.

Descartes, kendini dış dünyadan ayırırken hakikatin ipliklerini kendi düşüncesiyle örüyordu. Ortaya çıkan şey, kendi kendine kapanan bir kesinlik ağıydı. Fakat bu hareket aynı zamanda paranoyayı da radikal bir şekilde modern insana kaydediyordu. Şüpheyi merkeze alan bir düşünme biçiminin kuruluşu paranoyanın serpilip yeşereceği verimli toprağı da yaratmış oluyordu bir ölçüde.

Günümüzde ise pek çok kriz bu şüphe atmosferini besliyor. Birbirini izleyen ekonomik krizler, toplumsal eşitsizlikler, ekolojik felaketler, pandemiler… Tüm bunlar varoluşumuzu zayıflatan bir istikrarsızlık duygusu yaratıyor.

Bu yüzden “kırmızı hap” gibi fikirlerin yankı bulması şaşırtıcı değil. Bilindiği üzere Matrix filminden esinlenerek bazı çevrelerde popülerleşen bu düşünce, “manosphere” olarak bilinen çevrelerde özellikle erkekler üzerinde etkili; gerçekliğin sahte olduğu, erkekleri zayıflatmak için tasarlandığı ve ancak kırmızı hapı alarak “uyanılabileceği” iddiasını taşır.

Burada ilginç........

© Medyascope