menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Önder Özden yazdı: Muhalefet mi daha Müslüman? Kalpsiz dünyanın kalbi

15 1
22.11.2025

Geçtiğimiz hafta, Türkiye’de süregelen adalet mücadelesinin tam kalbine dokunan dikkate değer bir sahne yaşandığını söylemek hiç de abartı sayılmaz. Anayasa Mahkemesi Başkanı Kadir Özkaya, konuşması sırasında duygusallaşıp gözyaşlarına hakim olamadı. Yetişkin bir insanın, derin bir yas ya da aşırı bir sevinç hali dışında ağladığını görmek çarpıcı bir manzara. Ancak Özkaya için bu durum, anlık bir hakimiyet kaybından çok daha fazlasını ifade ediyor; bu, bir bakıma yargıyı saran derin krizin güçlü bir sembolü ve bir bakıma kamusal ikrarıydı.

Özkaya’nın ıstırabının kaynağı ne yazık ki alışılmadık değil. Ülkenin en yüksek yargı organı olan Anayasa Mahkemesi’nin kararları, alt mahkemeler tarafından giderek artan bir şekilde yok sayılıyor. Hukukun üstünlüğüne yönelik bu bariz saygısızlık, sayısız insanı adaletsizliğin ağırlığı altında eziyor. Özkaya’nın o duygusal konuşmasından hemen önce, örneğin, bir alt mahkeme yine Anayasa Mahkemesi’nin kararını hiçe sayıp bu sistemsel çöküşün sembolü haline gelen Tayfun Kahraman davasında yeniden yargılama talebini reddetmişti.

Özkaya’nın boğazı düğümlenerek sarf ettiği, “Hazreti Allah bizi kimsenin hakkıyla huzuruna seslemesin” sözleri, omuzlarındaki yükün yalın bir ifadesiydi. Belki de, üzerindeki o yoğun baskıya karşı feryat ediyor ya da belki de adalet reddedildiğinde ortaya çıkan ihmal ve icraat günahları nedeniyle ilahi bir hesaptan korktuğunu ima ediyordu. Adaletin temellerinin çöktüğü bir sistemin ahlaki ağırlığı altında eziliyor ve haksızlığa uğrayanların çektiği acılardan dolayı, bu dünyada olmasa bile öteki dünyada sorumlu tutulmaktan korkuyordu.

Özkaya’nın bu sitemindeki dini çerçeve özellikle dikkat çekici. Türkiye son yirmi yılda önemli toplumsal değişimler geçirdi ve birçok üst düzey yetkilinin, sıklıkla iktidar partisinin ideolojisiyle örtüşen muhafazakar bir gelenekten geldiği artık herkesin malumu. Özkaya’nın duygusal tepkisi bu pencereden görülebilse de, mahkemelerin yerleşik süreçlere uymaması ve Tayfun Kahraman gibi isimlerin uğradığı haksızlıklar üzerinden ince bir kişisel günah imasında bulunması öne çıkıyor. Vicdanının mevcut durumdan rahatsız olduğunu ve temsil ettiği dünyevi sistemin başarısızlıkları nedeniyle daha yüksek bir otoritenin karşısına çıkmaktan korktuğunu hissettiriyordu.

Ancak bu dini alt metin sadece yargı – iktidar – koridorlarıyla sınırlı değil. Aynı hafta içinde, yine dini referansları içeren fakat tamamen farklı bir politik bağlamda başka bir sahneye daha tanık olduk: Sultanbeyli’deki muhalefet mitingi. Binlerce insan, özellikle İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu olmak üzere muhalefet figürlerine yönelen adaletsizliklere karşı protesto için bir araya geldi. Miting bu kez dini bir ritüelle başladı — sınır hattında meydana gelen uçak kazasında hayatını kaybeden askerler için edilen dualarla. Bu, bir bakıma dindar-seküler ikiliğini kat eden bir jest.

İki sahne de dine temas ediyor; ancak niyetleri, bağlamları ve politik işlevleri tamamen farklı. Bu sahneler sadece dikkat değil, aynı anda anlamlandırma da gerektiriyor — hangi jestin uygun olup olmadığına dair yüzeysel bir tartıdan ziyade, bugünün Türkiye’sinde bu dini ifadelerin politik yaşam hakkında ne söylediğini kavramak söz konusu olan.

Böylesi bir çaba için, belki de Karl Marx’ın çoğu zaman yanlış anlaşılan bir sözü hatırlamalı.........

© Medyascope