menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Gökhan Bacık yazdı – Mutlular, kızgınlar, endişeliler: Kürt sorunu nasıl çözülecek?

17 2
13.07.2025

Bundan önce, Kürt sorununun çözümü konusunda Türkiye iki kampa ayrılırdı: Siyasi çözümü savunanlar ve karşı çıkanlar. Bu seferki açılım sürecinde, “endişeliler” olarak tanımlanabilecek üçüncü bir grup ortaya çıktı. Bu grup, esasen Kürt sorununda siyasi çözüme ilkesel olarak destek veren kişilerden oluşuyor. Ancak endişeliler, mevcut açılımın esasen bir siyasi pazarlık olduğunu ve ülkenin demokratikleşme gibi sorunlarına katkı sunmaktan çok, pazarlığı yürüten taraflara siyasi çıkar sağlayacak sonuçlarla sınırlı kalacağını düşünüyor.

Devletin alışılmış çizgisini terk ederek Öcalan’ı “normalleştirmesi” ve Besê Hozat liderliğinde 30 PKK’lının silah bırakması, kuşkusuz yeni açılımın en somut unsurlarını oluşturuyor. Bu adımlar, “bu sefer durum ciddi ve daha önce hiç olmadığı kadar somut adımlar atılacak” beklentisini güçlendiriyor. Ancak öte yandan, geleneksel Türk devlet anlayışının bir yansıması olarak, muğlak söylem kullanılmaya devam ediliyor. Kürt sorununun nasıl çözüleceği, özerklik verilip verilmeyeceği ya da hangi idari reformların hayata geçirileceği gibi somut konular hâlâ net biçimde konuşulmuyor.

“Endişeliler”, Kürt sorunundaki temel çelişkinin, ülke otoriter bir yöne giderken gerçek bir açılımın mümkün olamayacağı olduğunu savunuyor. Bu görüşe kişisel olarak katılmamak zor. Ancak yapısal olarak bakıldığında, bir açılım ile demokratikleşme arasında zorunlu bir ilişki olmayabilir. Bir yönetim, ülkede genel anlamda baskıcı hale gelirken, belirli bir etnik gruba haklar tanıyabilir. Bu noktada “mutlular”, yani açılımı destekleyen kesimler, Kürt sorununun çözümünün Türkiye’nin demokratikleşmesine kaçınılmaz olarak katkıda bulunacağını ileri sürüyor. Onlara göre, bu sorun çözüldüğünde siyaset daha sivil bir zemine oturacak, güvenlik merkezli siyasi söylemler etkisini yitirecek ve bunun sonucunda insanlar ekonomi ve demokrasi gibi konular üzerinden siyaset talep etmeye başlayacaktır.

Devlet, isterse son yirmi yılda yaptığı gibi, kamusal alanı ve siyaseti daha da dindarlaştırabilir. Ancak din üzerinden bir üst kimlik tanımlanarak kalıcı bir siyasi düzen kurulacağını beklemek bir fanteziden ibarettir. Dinin, farklı etnik grupları bir arada tutabilecek bir üst kimlik olarak işlev görebileceği düşüncesi; Arnavut ve Arap isyanlarıyla birlikte tarihe karışmıştır. Bu noktadan sonra tarihi geriye döndürmek mümkün değildir. Romantik geçmiş okuması insanı yanıltabilir: Dinin bir üst kimlik unsuru olmayacağı düşüncesini Kemalizm icat etmemiştir. Bu noktaya Kemalizm’den önce Osmanlılar çoktan gelmiş ve modern kavramlara göre kimlik inşa etmek için adımlar atmışlardır.

Öte yandan, bu tür bir yaklaşım, belki AKP’ye oy vermeyen dindar Kürtler için anlamlı olabilir. Ancak Öcalanist Kürtler nezdinde karşılık bulması olası değildir. Zira Öcalanizm, özünde sert bir seküler çekirdek taşır. Apoculuk, kökeninde Kürt aşiretlerinin geleneksel ve dinsel paradigmalarına karşı bir itiraz olarak doğmuş bir düşünce biçimidir. Günümüzde ise Kürt gençlerinin — ister buna sekülerleşme diyelim ister dünyevileşme — dini söylemlerden uzaklaştığını da göz önünde bulundurmak gerekir.

Öte yandan, yeri gelmişken Türklük ile Müslümanlığı eşitleyen söyleme eleştirel yaklaşmak gerekiyor. Türkler, elbette İslam tarihi açısından önemli bir topluluktur; ancak nihayetinde, Türkler İslam için “ikincil” bir millettir.........

© Medyascope