GAZZE: İNSANLIĞIN SINANDIĞI TOPRAKLARDA BİR FERYAT...
Gazze’de olmak demek; sabahın ilk ışığıyla beraber anne kucağında bir nefesin kesilmesine tanık olmak demektir. Bir bebek — henüz dünya denen bu cömert ama kırılgan oyunu tam oynayamadan — anne kokusunu duyamadan, geleceğini hayal edemeden son nefesini veriyor. O küçük hayatın sonunu getiren kurşunun soğukluğu, bir ailenin sürüp giden hikâyesini paramparça ediyor; geriye yalnızca tanıklığın acısı kalıyor.
Gazze’de çocuk olmak, büyümenin, gülmenin, oyun kurmanın ne olduğunu unutmak demektir. Uykusuz geceler; karnı doyurulamamış, düşleri yarıda kalmış bir kuşak… Meslek sahibi olamamış, umutları çalınmış bir neslin erken ölümü — sadece bedensel değil, geleceğe dair inancın da öldürülüşüdür. En hüzünlü yanı ise, bir çocuğun hayal kurma hakkının elinden alınmasıdır; o hayaller, bir daha onarılamayacak biçimde kırılmaktadır.
Gazze’de kadın olmak, kelimelerle tarif edilemeyecek bir sabır ve aynı zamanda dayanılmaz bir acı demektir. Evlatlarının ciğer parelerini, enkazlar altında aranırken, bir annenin yüreği her buluşta hem dağılıyor hem yeniden direniyor. Bazen bedenler bulunmuyor, bazen sadece küçük bir iz… Bu bilinmezlik, acıyı daha da keskinleştiriyor; her an hatıra ile yıkımı aynı anda taşımak zorunda kalmak, insan ruhunu eritircesine yıpratıyor.
Gazze’de baba olmak, açlığın, utancın ve çaresizliğin ortak hatırasını taşımaktır. Çocuğunun gözlerinde büyüyen açlıkla yüzleşememek; bir lokma ekmeği bulamamanın verdiği acı, kırıp geçiren bir tarifin ötesindedir. Bu acı, sadece bireysel bir sarsıntı değildir; toplumun, medeniyet borcunun yerine getirilmediğinin vicdani ilanıdır.
Gazze’de yaşlı olmak ise — hayatın tüm yorgunluğunu omuzlarında taşıyanların — yalnızca fizikî bir tükeniş değil; gelecek adına duyulan derin bir kaygı ve........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Sabine Sterk
Robert Sarner
Ellen Ginsberg Simon