Sınırların üstünden konuşmak
Dünyanın dili çok; kalbin dili tek. Uluslararası iletişim tam da bu ikisi arasında ince bir ipte yürümek gibi: Bir yanda diplomatik cümlelerin ağır adımları, öbür yanda insanların gündelik sesleri… Uçaklar kıtalar aşıyor, uydular mesajlarımızı göğün altından geçiriyor; ama bazen en temel cümleyi söylemek yine zor: “Seni anlıyorum.” Çünkü coğrafyalar değiştikçe yalnız kelimeler değil, utançlarımız, gururlarımız, susuşlarımız da değişiyor.
İletişim dediğimiz şey çoğu kez bir “güç gösterisi” sanılıyor. Oysa asıl güç, anlamı zorla kabul ettirmekte değil; karşıdakinin anlamını taşıyabilmekte. Uluslararası iletişim bu yüzden teknik bir disiplin olmaktan önce, duygusal bir dayanıklılık egzersizi. Çeviri, yalnızca diller arasında değil; acı ile umut arasında, tarih ile bugün arasında, resmi anlatı ile evdeki sessiz sofralar arasında yapılır. Yanlış bir kelime, onarılmamış bir travmaya dokunur; doğru bir susuş, bir yaraya pansuman olabilir.
Bu alanın en zor tarafı, haklılığı kanıtlamak değil, insanlığı korumaktır. Bir ülkenin televizyonunda “olağan” olan bir mizah, başka bir ülkede küçültücü bir imaya dönüşebilir. Bizim için “sıradan” olan haber başlığı, başkasının evinde yasın kapağını aralayabilir. Bu yüzden uluslararası iletişimde üç fiili önermeyi seviyorum: dinlemek, çevirmek, onarmak.
Dinlemek: Dinlemek pasif değildir; sahici bir çabadır. Haberin arkasındaki nefesi, istatistiğin ardındaki tekil hikâyeyi işitmek, tercümenin yarısını şimdiden yapar. Bir depremden sonrası yalnızca rakamlarda değil, mutfak raflarında, evin girişindeki ayakkabılarda saklıdır. Uluslararası iletişim, veri toplamaktan önce tanıklık toplamayı bilmeli. Çünkü sayıların da kalbi vardır; yeter ki soralım: “Bu sayının adı ne?”
Çevirmek: Çeviri,........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Robert Sarner
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d