Sessizliğin küllerinde bir ülke…
Eskişehir’de çıkan orman yangınında altı orman işçisi ve beş gönüllü kurtarma görevlisi çok hazin şekilde can verdi… Müdahale gecikti, yangın uzun süre kontrol altına alınamadı, kayıplar büyüdü…
Yine -her zamanki gibi- hiçbir kamu yöneticisi sorumluluk almadı. Hayatını kaybedenler için başsağlığı dilendi, devletin ne kadar güçlü olduğu vurgulandı, fakat sorumluluğun gereği olan istifa, alışıldık şekilde gündeme dahi gelmedi. Bu ülkede ölüm, yönetimsel sonuç değil, çoğu zaman retorikle sarılıp kutsallaştırılmış, sorgulamaya kapatılmış bir yazgı olarak takdim ediliyor.
Daha kısa bir süre önce Bolu’daki bir otel yangınında 78 insan hayatını kaybetmişti. Otelin kaçak katları, çalışmayan yangın merdivenleri, kilitli acil çıkış kapıları herkesin gözü önünde açığa çıkmıştı. Denetimlerin yıllardır yapılmadığı belgelenmiş, yapı izinsiz bölümlerle büyütülmüş, yangın anında panik içinde kalan insanların tahliyesi imkânsız hâle gelmişti. Fakat ne belediye ne de ilgili bakanlık düzeyinde bir yönetici görevden çekildi. Eskişehir’de olduğu gibi Bolu’da da hayatını kaybedenler üzerine konuşuldu fakat sorumluluk makamları yerinden kıpırdamadı.
Bizim ülkemizde hatalar, teflon tavadan kayar gibi yapışmaz sahibine. Oysa demokratik sistemlerde yöneticilik, yalnızca seçilmekle değil, sorumluluğu üstlenme iradesiyle anlam kazanır. Japonya’da, Güney Kore’de ya da Avrupa’nın pek çok ülkesinde yöneticiler, yalnızca bir hizmet aksamasında ya da kamu güvenini sarsacak bir olayda bile görevden ayrılmayı siyasi ahlakın gereği sayar. Norveç’te feribot kazasında 16 kişinin ölümü üzerine başbakanın istifası, halkın kaybına duyulan saygının ifadesiydi. Avustralya’da yangına geç müdahale eden başbakan, kamu baskısı üzerine........
© Karar
