menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

“Yağma-rant-savaş ekonomisi”, “içeride-dışarıda savaş politikası” ve kitlesel direniş

10 0
27.09.2025

Aslında başlıktaki, tırnak içine alınmış iki vurgu, Saray Rejimi olarak özetlenebilir. İlk satır, “yağma-rant-savaş ekonomisi”, aslında egemenin ekonomik politikalarını ifade ediyor. İkinci satır, “içeride ve dışarıda savaş politikası” ise, egemenin, bugünkü siyasal politikalarını (askerî politikalar da içinde) ifade etmektedir.

Şükür, bugünlerde, geniş bir kesim Saray Rejimi kavramını kullanmaya başladı. Doğrusu önemlidir. Ama yine de bunun, Saray Rejiminin içeriği üzerinde de durmalıyız. Hele bugünlerde. Çünkü kavramların doğru kullanılması önemli görünüyor. Egemen, sınıf savaşımında işçi sınıfını silahsız bırakmak için, işçi sınıfından yana olan okur yazar kitlenin aklını karıştırmak için, kavramlara özellikle saldırıyor. Bu nedenle, kavramları, işçi sınıfının mücadelesi açısından ele alarak yerine oturtmak büyük bir öneme sahiptir. Belki de Kaldıraç, bir dergi olarak, kavramların iğdiş edilmesine karşı bir çeşit hatırlatma yapmak adına, her sayısında, bir kavramı işleyebilir. Mesela, “demokratik kitle örgütü” yerine kullanılan “sivil toplum kuruluşları” tam da işçi sınıfının ve direnenlerin mücadelesine yön vermek üzere uydurulmuş, Batı “think tank” kurumları ya da aradaki resmiyeti bir yana bırakalım, küresel sermayenin savunucuları tarafından uydurulmuş bir kavramdır. İşçi sınıfının burjuva egemene karşı mücadelesi açısından bu çalışma çok yerinde olur kanısındayız. Birçok entelektüel, sanırım bu konuda destek verebilir.

Saray Rejiminin içeriği üzerine durmalıyız. Öyle mevcut iktidara, mevcut devlet örgütlenmesine “kötü” demek için geliştirilmiş bir kavram değildir Saray Rejimi. Zaten burjuva devlet denildi mi, bu yeterince “kötü”dür. Dahası, 12 Eylül’ü yaşamış bir ülke olarak, 2017 ile başlayan Saray Rejimi örgütlenmesinin öncesine “demokrasi” diyecek değiliz. Demek ki Saray Rejimi, “demokrasinin olmaması” ile sınırlı değildir.

Hemen bizim liberallerin damarına bastığımızı anlıyorum. Onları çok umursamıyoruz. Ama şu “okur yazar takımı” (OYT) bizim umurumuzda, onların telâşlanmasını seyreder gibiyiz. OYT, bir şey yapmamanın “lüksünü” ve sadece seçimlerde oy kullanmakla yetinmenin korkaklığını sürdürmek için, “demokrasi” meselesine çok sarılıyor.

İyi ama, artık, dünyanın hangi ülkesinde demokrasiden söz edeceksiniz? ABD’de var mı? Trump veya Biden arasında seçim yapan Amerikalı için demokrasi mi var? İngiltere, sizce demokrasinin söz edilebileceği bir ülke mi? Peki öyle ise, olağanüstü yasalar ne işe yarıyor? Starmer, sizce Erdoğan’dan farklı mı? Ya Merz, Almanya’nın demokratı mı? Rothschild bankerliğinden Fransa’nın başına geçen Macron mu demokrat? Bu ülkelerdeki uygulamaları saymaya gerek yok. Bizim Batı hayranı OYT için, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti, demokrasinin olmadığı bir ülke, onu muhtemelen Çin ve Rusya izleyecektir. Oysa Kuzey Kore ile karşılaştırılırsa Amerikan demokrasisinin kanlı bir iktidar olduğu, tarihinin her döneminde ortaya konulabilir.

Burjuva devlet, bir burjuva diktatörlüktür. Demek ki, en iyisi de bir diktatörlüktür ama bugünlerde o en iyisinin görüntüleri ortada yoktur. Çoktan yoktur da, bugünlerde bu durum, herkes için aşikâr olmalıdır. Kafasını Batı değerleri ile kirletmemiş birisi için bu açık olmalıdır.

AK Parti öncesinde de demokrasi yoktu. Burjuva anlamda bile. AK Partinin bir dönemi, o minvalde, 12 Eylül rejiminin devamı olarak sürmüştür. Ama 2017’de, “Allahın bir lütfu” olarak değerlendirilen 2016 darbe oyununun sonrasında, Saray Rejimi oturtulmaya başlanmıştır.

Saray Rejimi, TC devletinin olağanüstü örgütlenmesidir. Burada sadece çeteler yoktur. Saray Rejimi, üç etken altında oluşmuştur. Birincisi Kürt devrimidir. Onu bastırmak için olağanüstü yöntemler 40 yıldır uygulanmaktadır. Buna rağmen Kürt devriminin sistemi çözücü etkisi durdurulamamıştır ve Saray Rejimi bu amaçla devreye sokulmuştur. Sadece Kürt devriminin etkileri değildir Saray Rejimini koşullayan. Gezi ile başlayan, “kimyamızı bozdu” dedikleri süreç, direniş süreci, ikinci bir etkendir. Devlet örgütlenmesini çözücüdür. Ve üçüncüsü, emperyalist güçler arasında SSCB çözüldükten sonra hızlanan paylaşım savaşımıdır. Bu paylaşım savaşı, sadece ülkemizin dışında, çevresinde bir etken olarak ele alınmamalıdır. Bu aynı zamanda içeride de etkili bir süreçtir. NATO mekanizması ile tüm emperyalist Batı’nın sömürgesi olan TC devleti, bu emperyalist güçlerin kendi konumlarını güçlendirme girişimlerine sahne olmuştur, hâlâ da olmaktadır. Ülkemizdeki çeteleşmenin bununla, emperyalist Batı güçlerinin kendi etki alanlarını oluşturma istekleri ile bağı görülmelidir.

TC devletini olağanüstü örgütlemeye iten bu süreçlerdir. Bir devlet, olağan yöntemlerle yönetemiyorsa, kendini, egemenin egemenliğini sürdürmek için, olağanüstü tarzda örgütler. Saray Rejimi budur.

Saray Rejiminde, parlamentonun bir önemi yoktur. 2016 darbe oyununda parlamento bombalanmıştır. Saray Rejimi ise parlamentoyu ortadan kaldırmış, göstermelik bir kuruma indirmiştir.

Bununla kalmaz, kalmamıştır. Siyasal partiler, burjuva siyasal partiler, parti olmaktan çıkmıştır. AK Parti diye bir parti yoktur. Tabelasında AK Parti yazmaktadır ama sistem açısından bu partilerin önemi yoktur. MHP diye bir parti yoktur. Bunların her biri, birer çete yapılanması hâline gelmiştir, gelmektedir.

Yargı, tümü ile Saray’ın bir uzantısıdır. Bir anlamda kolluk kuvvetlerinin uzantısıdır, içindedir. Başka türlü bir yolla, iç savaş hukuku uygulanamazdı. Bugün iç savaş hukuku uygulanmaktadır.

Saray Rejimi, devlet terörünün öne çıktığı, şiddet ile egemenliğin sürdürülmeye çalışıldığı bir rejimdir. Birçok “padişahlık” uygulamasında şiddet bu denli öne çıkmamıştır, çıkmayabilir. Çünkü feodal dönemde de devletin ideolojik aygıtları rıza üretmek için var olurlar.

Saray Rejiminde basın, devletin ideolojik aygıtları için dizayn edilmiştir. Troller, bu açıdan son derece etkilidir. Basın, devletin tüm ideolojik aygıtları, şiddeti beslemekte, ona göre hareket etmekte ve katıksız bir karanlık üretme merkezleri olarak iş görmektedir. ABD basınında da bu hâl ortaya çıkmıştır. Zaten tekellerin kontrolündeki basın, elbette “hür basın” olarak alkışlanamaz. Ama bugün, öylesine yalanlar ortaya atılmaktadır ki, ömürleri bazan birkaç gün, bazan birkaç saat sürse de bu karanlık üretme sürecinden vazgeçmemektedirler. Hitler döneminin uygulamaları, bunların bugün ortaya koyduğu pratik karşısında “naif” kalır. Avrupa’nın üç büyük ülkesinin liderleri, trende kokain çekerken görüntülendiği hâlde, bunu Rus propagandası olarak nitelemişlerdir. Macron, uçak çıkışında eşi tarafından tokatlandığında, bu görüntüleri de Rus propagandası olarak nitelemekten çekinmemişlerdir. Macron, Fransa’daki seçim sonuçlarını görmezden gelmiştir. NATO üyesi hiçbir ülkede demokrasiden söz edilemez, dün de edilemezdi, bugün hiç edilemez. Bugün, dünden farklı olarak tüm devlet mekanizmaları, tüm iğrenç dişlileri ile ortaya çıkmaktadır. Gerçek anlamı ile tekeller dünyasının burjuva devleti, kendini açık olarak ortaya koymaktadır. Biz buna, dünden beri, uzun süredir, tekelci polis devleti diyoruz. Bugün çok daha açıktır.

“Tek adam diktatörlüğü” demek, aslında devlet denilen şeyin ne........

© Kaldıraç