Canım İstanbul, kalpazan kent
Meğer dünyanın dört bir yanında karşımıza çıkan marka saatlerin sahtelerinin başlıca pazarı burasıymış. Rolex, Patek Phillipe, Piaget… Ne ararsan bulunurmuş.
Ben de saatleri severim. Saat pazarına giderlerin peşine takıldım. Bir meydanda durduk, burası dediler.
Meydanın ortasında kocaman bir levhada “Telif ve marka haklarına saygılıyız” yazıyordu. Yani: “Biz kalpazan değiliz!”
Biraz dolaştım, dükkanların kapı önlerindeki tezgahlarda sıradan Çin saatlerinden başka bir şey yok. Herhalde yanlış yerdeyiz diye düşünürken biri yaklaştı, “İyi saat mi arıyorsunuz? Takip edin,” dedi.
Öyle yaptık. Az ilerde, sıradan bir kapıdan içeri girdik ve karşımıza bir saat cenneti çıktı. Camekanlı dolaplar tıklım tıklım doluydu. İstediğiniz markanın yılını ve farklı modelini isteyebiliyordunuz.
Yok yoktu, daha doğrusu kalpazanlıkta sınır yoktu.
Bir yandan, marka takıntısına ve züppeliğine öteden beri sinir olduğumda memnun oldum, öte yandan sosyalist devrim geçirdiğini iddia eden bir toplumun bu gibi yıllara başvurmasını yadırgadım.
Saatleri hala seviyorum. Ama konu sahte markalar olunca içsel paradoksum devam ediyor:........
© İz Gazete
