Mutsuz Bahtiyar
SÜRGÜNDÜ.
Gökyüzünün maviliğini, denizin enginliğini, rüzgârın serinliğini, yağmurun sırılsıklam ediciliğini, güneşin kavurucu yakışını yıllarca elinden almışlardı.
Bir hücrede yılları üst üste devirmişti. Ayları unutmuş, günleri birbirine karıştırır olmuştu.
Işıkla teması kesildiğinden kendi gölgesini bile nicedir görmemişti. Kısasına kısa, uzununa uzun diyememişti.
Yaşı kemale doğru yokuşa vurduğunda salıvermişlerdi ama bu defa da sürgüne yazgılı kılınmıştı.
…
GÖZLEM altında tutuluyordu ama o buna hiç ehemmiyet vermiyordu.
Kaçmadı, hem nereye kaçabilirdi ki. Ayrıca gerçek gözlemin ne demek olduğunu kavradığından beri başka gözlemleri önemsemez olmuştu zira kendisini bununla bağlamıştı.
Görevlilerin uzaktan uzağa göz hapsinde tutmalarına aldırış etmeden içine koydukları kupkuru bahçeyi yeşillendirmeyi, çiçeklerle bezemeyi ve onlarla hasbihal etmeyi bilmişti.
Çevre ilkin uzak durup “Ne olur ne olmaz başımıza bela almayalım” demiş olsa da zamanla kendilerini durduramamışlar ve bu bahçeyi ruhen dinlendikleri bir muhabbetin merkezi haline çevirmişlerdi.
…
MUTLU MUYDU, hayır, mutsuzdu. Mutlu olabileceği bir veriye sahip değildi zaten.
Çocuklarının annesi başına gelen bu hadiseden dolayı başka diyarlara yelken açmış, evlatları da dağılmıştı. Tam bir meslek sahibi olmaya bile zamanı olmamıştı. Boynuna takılan yafta birkaç ömür taşınabilecek ağırlıkta bir kahır barındırıyordu.
Çok........
© İstiklal
