menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Güdümlü Âlimler, Kontrollü Fetvalar!

10 0
18.09.2025

Geçen haftaki yazımızda İstanbul’da gerçekleşen İslam Âlimleri Konferansının genel bir değerlendirmesini yapmıştık. Bu konferansın sonuç bildirgesinin Ayasofya’da açıklanması münasebetiyle, Ayasofya’nın mevcut durumuna ve programın son gününün bu mekânda icra edilmesinin mana ve mesajına vurgu yapmamız da zaruri olmuştur.

Ayasofya, Hıristiyanlığın teslis inancının şiarı olan bir mekân idi. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethedince, fethin sembolü olarak Ayasofya’yı, içindeki Hıristiyanlık sembollerini alçı ve kireçle kapattırarak camiye çevirdi ve ebediyen cami kalması için uzun bir vakıf senedi hazırladı. Bu vakıf senedinde Ayasofya’yı cami statüsünden çıkaranlara lanet dileği de yer alıyordu.

Fethin sembolü olarak asırlar boyu cami hüviyetiyle kullanılan bu mekân, ne acıdır ki 1935’te müzeye çevrildi; 85 yıl müze olarak kaldı ve 2020’de mahkeme kararıyla tekrar camiye çevrildi.

Daha doğrusu mahkeme Fatih’in vakıf senedini mesnet alarak cami olması kararını verdi, ama Ayasofya, cami - kilise bir arada açıldı. Çünkü müze döneminde üstleri kazınarak tekrar açığa çıkarılan, Fatih’in alçı ve kireçle kapattırdığı Hıristiyanlığa ait teslis / şirk sembolleri bu sefer açıkta bırakıldı. Hâlbuki Fatih’in vakıf senedinde olduğu gibi, aslına uygun olarak kapatılması gerekirdi.

Ayasofya’nın camiye çevrilmesi sürecinde bu itikâdî mesele Diyanet Yüksek Kuruluna solurdu. Yüksek Kurul, teslis şirkini ifade eden bu semboller için “Ayasofya Camiinde bulunan resimler burada kılınacak namazların sıhhatine engel değildir.” diye fetva vermişti. Dolayısıyla Ayasofya, cami adı altında açılırken, içinde İslami motiflerin yanında Hıristiyanlığın teslis sembollerinin de bulunması sebebiyle, her camide olması gereken tevhid ve ihlas ruhunu kazanamamıştı.

Açılışı bu şekilde yapılan Ayasofya’nın statüsünde, üç yıl sonra bir değişikliğe daha gidildi: Ayrı bir kapıdan ve para ödeyerek çıkılan ikinci kat (resmen olmasa da pratikte) tekrar müze işlevi görmeye başladı.

Buraya daha ziyade Hıristiyan ziyaretçiler geldiği için, duvarlar ve tavanda gördükleri Hıristiyanlık sembolleri karşısında istavroz çıkarmak vs. gibi ritüellerde bulunmaları kaçınılmaz ve engellenemez olduğundan; esasen bu kat müzeden de öte, Hıristiyan ayinlerine sahne olan bir kilise gibi kullanılmaya başlandı.

Böylece AYNI ÇATI ALTINDA MÜZE, KİLİSE VE CAMİ BİR ARADA TOPLANMIŞ OLDU.

Çok açık söylüyoruz:

Alt katının mescid / cami tarzında dizayn edilmiş olması ve tabelasında “cami” yazıyor olması, bu mekânın manen ve gerçekten cami olduğunu ispata kâfi değildir. Çünkü ayet-i kerimede mealen şöyle buyrulmaktadır:

“Şüphesiz mescidler, Allah’ındır. O hâlde, (oralarda) Allah ile birlikte hiç kimseye kulluk / ibadet / dua etmeyin.” (Cin: 18)

Bu ayet bize açık ve net olarak gösteriyor ki, tevhid ve ihlas mekânı olması gereken bir camide, teslis şirkinin alamet-i farikası yani şiarı yer alamaz. Şayet buna müsaade edilirse, İslam akaidine göre tevhidle şirk karıştığından netice şirk olur. Yani oraya tevhid mahalli denemez.

Ayasofya’nın içinin şirk sembolleriyle dolu olduğu, giden gören herkesin malumudur. Ki internetten de bunları görmek mümkündür. Biz bu konuyu ilk olarak Ayasofya’nın camiye çevrilme arefesindeki heyecanlı günlerde, yine bu köşede kaleme aldığımız “Sembollerin Dili ve Ayasofya” adlı makalemizde yazmıştık. Daha sonra bu konuyla ilgili o kadar çok mesele zuhur etti ki, bunlar hakkında yazdığımız yazılar en nihayetinde kitap hacmine ulaştı ve bu yılın başlarında “Müslümanların Ayasofya’yla İmtihanı” adıyla kitap olarak basıldı.

O kitapta defaatle yer alan, İslam dışındaki din ve inançların şiar ve........

© İstiklal