menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Keder Yakılan Kadınlar

15 0
24.07.2025

O kadınlar…

Ellerine kına değil, keder yakılan; o kadınlar…

Her zorluğu göğüsleyip “bana mısın” demeden; toprağı avuçlarıyla sahiplenen, düştüğü yerden doğrulup ayağa kalkmayı başaran o kadınlar…

Ve o kadınlar…

Gözyaşlarını sineye çeken, “Keşke”lerini mektup gibi katlayıp yastık altına saklayanlar… Gün gün biraz biraz silinen, asla tamamen kaybolmayanlar…

O kadınların yalnızlıkları; bir geceyi delip geçen ay ışığı gibi: sinsi, sessiz ve vazgeçilmez… Sevgiye aç, yabandırlar işte… Arzuladıkları bu sevgi bir aynanın içinde kaybolmak gibidir kimisine… Aynada yansımasını görür, dokunamaz, konuşamaz, ellerini açar gökyüzüne. Ve aynanın camı kırılır, parçalar her yerde. Dağılan her bir parçada ise yine sen olmazsın.

Ve işte şimdi, sormalıyız kendimize:

Bir kadının “yalnız” olması mı daha zor, yoksa kalabalıklar içinde yaşayan bir toplumun,
bunca insana rağmen hâlâ sevgiden bu kadar uzak kalması mı?

Ağlama gözlerim, senin için ağladım ben…

O kadınlar ağlar,
Kimse görmez,
O kadınlar susar,
Kimse duymaz

Elindeki alyans izi çoktan kayboldu lâkin kalbindeki sızı hâlâ duruyor yerli yerinde.

Ayşe, Mukaddes, Zehra, Pervin, Tülin, Serpil… Kimileri ikinci bir hayatın kapısını araladı, kimileri soyadını değiştirecek kadar yoruldu; ikinci eşler, ikinci çocuklar, ikinci hayal kırıkları… Hayalleriniz ne kefenle gömüldü ne baharla yeniden yeşerdi. Bir kuruyemişçiden kabak çekirdeği alacak kadar sıradan, her sabah çocuklarını okula yollarken içi cız edecek kadar kutsal…

Kına değil ellerinize, keder yakılmış… Ay ışığında yalnız kalanlar. Bir aynada kaybolmuş gibi sevgiye hasret kalanlar…

“Gönül ey… ey ey… sebebim ey…
Keklik gibi kanadımı süzmedim
Murat alıp, doya doya gezmedim
Bu kara yazıyı kendim yazmadım
Alnıma yazılmış bu kara yazı…”

Kaçırılmış bir bayram sabahı, yarım kalmış bir türkü, gerilerde kalmış bir sofra…
Çocukken giydiği o çiçekli elbisenin kumaşında saklı ayazı ve sadeliği taşıyan, gül yüzlü bir kadın düşün: Adı Zehra. Ağlamayı çok küçük yaşta bıraktı; gözyaşları yüzüne değil, ciğerlerine işler. Yaşadığı şehir taştandı, yüreği ise hep nemli kaldı. Bir sabah, eşi kahvaltı sofrasında bırakıp gitmişti onu. Masada yarım kalmış zeytinler, bardakta bitmemiş bir çay ve kapının önünde unutulmuş bir çift terlik kalmıştı geriye.

“Uyma dedim uydun eller sözüne” demişti bir zamanlar.

“Geceleri uyku girmez olmuştu........

© İnsaniyet