menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Mustafa Ağırman ile Babalar ve Çocuklar Üzerine… “Evimizi Bir Mektep, Bir Medrese ve Bir Mâbed Haline Getirelim.”

9 5
02.08.2025

Erzurum denince aklımıza gelen isimlerden biridir Mustafa Ağırman Hoca.

Onu İhsan Süreyya Sırma Hocanın asistanı olarak bildik. Sonrasında alanında yetkin bir isim olarak tanıdık. Akademide kariyer basamaklarında hakkı yenen, fikrinden dolayı engellenen bir ilim adamı olarak haberdar olduk. Ama zulüm ile âbâd olunmadığı, zulüm ebedi olmadığı için verdiği mücadelesinin sonunda tüm haklarını söke söke aldı.

Mustafa Ağırman Hoca bir âlim. İlmiyle amel eden bir âmil. Amellerinde samimiyeti görülen bir değer. Sosyal bir insan. Erzurum’da Abdurrahman Gazi Vakfı’nda hizmete devam ediyor. Oltu Birlik ve Beraberlik Vakfı’nın kuruluşunu gerçekleştirdi. İslami hassasiyetle hareket eden tüm sivil toplum kuruluşlarında aktif oldu. Sohbetlerde bulundu, konferanslar verdi. Sadece Türkiye’de değil Müslümanların olduğu her yerde bulundu, tebliğ ve irşad çalışmalarında yer aldı. Gençlerle beraber olmaktan büyük bir keyif aldı, onları hiç yalnız bırakmadı. Onlara burs verdi, ders verdi, eş buldu, evlendirdi.

Ve hâlâ aynı heyecan ve aşkla devam ediyor çalışmalarına. Efendimiz Aleyhisselam’ı, sahabeyi kiramı, güzel Müslümanları, Müslümanlığın güzelliğini anlatıyor, dersler veriyor, talebeler yetiştiriyor.

Onun durduğu yok. Erzurum’da kendisiyle görüştüğümüzde, bir toplantıya ara vererek gelmişti. Rabbim çalışmalarını sıhhat, afiyet ve bereketle sürdürmeyi nasip eylesin.

Kıymetli hocam, öncelikle teşekkürlerimi iletiyorum. Merhum babanız Ali Ağırman hocaya geçmeden önce sizleri tanıyabilir miyiz?

1954 yılında Erzurum ilinin Oltu ilçesinin İnci köyünde doğmuşum. 1972 yılında Sakarya İmam-Hatip Okulu’ndan, 1976 yılında da İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nden mezun oldum. İki yıl Samsun ilimizin Alaçam ilçesinde imam-hatip lisesinde öğretmenlik yaptıktan sonra askere gittim. Askerliğimi önceden yapmış olsaydım veya beni askere almasalardı emekli oluncaya kadar Alaçam’da kalır, imam hatip lisesinde öğretmenlik yapardım. Orada geçen iki yılımı ‘Ömrümün Baharı’ başlıklı bir yazıda anlattım. Güzel günlerdi; gerçekten güzel günlerdi. Okulumuz yeni açılmıştı; ben gittiğimde okulumuzun bir ve ikinci sınıfı vardı. Talebemizin büyük bir çoğunluğu köylerden geliyordu. İki yıl boyunca talebelerimle et ve tırnak gibiydik, birbirimizi çok iyi anlamış ve çok iyi kaynaşmıştık. Okul müdürümüzle ve öğretmen arkadaşlarla çok güzel hizmetler yaptık. İlçe merkezinden ve köylerden de bizi destekleyen çok arkadaşlarımız vardı. Allah, hepsinden razı olsun. Aradan bunca yıl geçmiş olmasına rağmen talebelerimizle hâlen daha görüşürüz.

1978 yılının yaz aylarında askere gittim. Askerliğim, Tuzla Piyade Okulu, Erzurum ve Iğdır’da geçti. On sekiz ay askerlik yaptım. Maraş olaylarından dolayı biraz geç teskere aldım. Asteğmen iken, teskeremizi geç aldığımızdan dolayı teğmen olduk. Teğmen rütbesi ile teskere aldım. Askerden sonra bir yıl Eskişehir ilimizin Sivrihisar ilçesinde İmam-Hatip Lisesi’nde öğretmenlik yaptım. 1981 yılında Erzurum Yüksek İslam Enstitüsü’nde girdiğim asistanlık imtihanını kazanarak Siyer ve İslam Tarihi asistanı olarak göreve başladım. 1982 yılında çıkan Yüksek Öğretim Kanunu ile Erzurum Yüksek İslam Enstitüsü ile Erzurum İslami İlimler Fakültesi, Erzurum İlahiyat Fakültesi adı altında birleştirilince ben ve arkadaşlarım İlahiyat fakültesine geçtik.

Yüksek lisansımı ve doktoramı Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma hocamın danışmanlığında yaptım. Hocamla birlikte çok güzel hizmetler yaptık. Hocam, Erzurum’dan Sakarya’ya geçince onun hayru’l-halefi olmaya çalıştım. Hafta içi Erzurum’da, hafta sonları kendi ilçem olan Oltu’da sohbetler yaptım, gençlerle ilgilendim ve hâlen daha ilgilenmeye devam ediyorum. Altmış yedi yaşına gelince Erzurum İlahiyat Fakültesin’den emekli oldum. Şimdi Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak göreve devam ediyorum. Emekli olmam iyi oldu, çünkü hizmet alanım genişledi. Erzurum, Oltu ve Ağrı’daki hizmetlerim kesintisiz devam ediyor. Sizin ve okuyucularımızın dualarını beklerim.

Rabbim bereketli eylesin hocam. Ne güzel! Hoca bir babanın hoca olan oğlusunuz. Hoca oğlu hoca olmak, sizler için nasıl bir mesuliyet getirmektedir?

Evet, hoca bir babanın hoca olan oğluyum. Bundan çok memnunum ve buna layık olmaya çalışıyorum. Babam, beni iyi yetiştirdi. Çocukluğum evde ve câmide geçti. Küçük yaşta namaza başladım ve babamla câmiye gidip gelmeye devam ettim. Câmi âdabını, usûl ve erkânını küçük yaşta öğrendim. Ezan okumayı, kâmet getirip müezzinlik yapmayı da küçük yaşta öğrendim. Cemaatin babama karşı olan hürmetini, babamın da cemaate karşı olan sorumluluğunu küçük yaşta izledim ve idrâk ettim.

Babam, Oltu ilçemizde imam olarak göreve başladığında câminin müezzini yoktu. Babam, aşağı-yukarı beş veya altı sene tek başına görev yaptı. Sabah çok erkenden kalkar, abdestini alır, câmiye gider ve câminin sobasını yakardı. Sobayı yakıp câmiyi ısıttıktan sonra ezan okur ve cemaati beklerdi. Cemaat gelip sabah namazının sünnetini kıldıktan sonra babam o güzel sesi ile Yâsin-i Şerif okur, sonra farzı kıldırırdı. Farz namazdan sonra yapılan duâ ve tesbihattan sonra Haşir sûresinin son âyetlerini mihrâbiye olarak okur, ondan sonra da cemaatle beraber cehri zikir yapardı. Bizim câmide sabah namazları o kadar güzel olurdu ki, kimse câmiden çıkmak istemezdi. Câmiden çıkarken kendimizi ipek gibi hissederdik. Her cuma günü, sabah namazından sonra babamla câmiyi siler, süpürürdük. Yorulurduk ama bu işten çok zevk alırdık.

O zaman câmilerde elektrik süpürgesi yoktu, değil mi?

Evet, yoktu. Benim anlattıklarım altmışlı yıllarda olan hâtıralardır. O yıllarda câmilerde de evlerde de elektrik süpürgesi yoktu. Elimize aldığımız süpürgelerle süpürürdük câmiyi. Rahmetli babam “câmi tozu şifadır oğlum” der ve beni coştururdu. Ben, babamdan mesuliyetin ne demek olduğunu küçük yaşlarda öğrendim. Bundan dolayı kendisine çok dua ediyorum. Mekânı cennet olsun.

Pederiniz Ali Hocaefendi, İstanbul’da görev yapıyor ve aynı zamanda hafız. Onun hafızlık sürecini, eğitim hayatını aktarabilir misiniz?

Erzurum ilinin Oltu ilçesine bağlı olan köyümüzde Osmanlı döneminde sıbyan mektebi varmış. Cumhuriyet kurulduktan sonra uzun bir müddet köyümüzde ilkokul açılmamış. Sıbyan mektebi kapandığı ve ilkokul da açılmadığı için köyün çocukları okuyamamış. Rahmetli babam 1929 doğumludur. Yani çocukluğu ilim bakımından tam mahrumiyet içerisinde geçmiş.

Çocuklarının geleceğini düşünen babalar, köyümüzde Kur’ân-ı Kerim okumasını herkesten iyi bilen Yusuf Altaş’a çocuklarını okutması için ricada bulunmuşlar; o da kabul etmiş. Babam ve arkadaşları Yusuf Altaş’ın etrafında toplanmış ve okumaya başlamışlar. Rahmetli Yusuf Altaş, hafız olmadığı hâlde talebelerini hafızlığa başlatmış ve bu işi başarmış. Ayaklarında biraz sakatlık olduğu için adı Topal Hoca olarak kaldı. Yusuf Hoca, babam ve arkadaşlarını hafız yaptıktan sonra kendini bu işe vakfetmiş. Köyümüzün imamı Ahmet Hoca rahmetli olduktan sonra köylüler Yusuf Hoca’yı imam yapmışlar. Yusuf Hoca hem imamlık yapmış hem de hafız yetiştirmiş. Şöhreti çevreye yayılınca çevre köylerden de talebeler gelmiş ve bizim köy hafızlık merkezi olmuş. Çevre köylerden gelen talebelere köylülerimiz kucak açmış ve hafızlıklarını bitirinceye kadar evlerinde misafir etmişler.

Çok sayıda hafız yetiştiren Topal Yusuf Hoca’nın hafızlarından biri de meşhur Hattat Hafız Hasan Çelebi’dir. Yusuf Hoca, Hasan Çelebi’nin dayısıdır. İnci köyünde sıradan bir köylü vatandaş iken yüzlerce hafız yetiştiren Topal Yusuf Hoca’yı da rahmetle yâd ediyorum. Ben de çocukken namaz sûrelerini ondan okudum ve ezberledim. Makamı cennet olsun. Âmin.

Babam ve arkadaşları hafızlıklarını bitirince köyümüzde, bayram havasında bir merasim yapılmış. İlçe müftüsünün himayesinde, çevre köylerden gelen misafirlerin de iştirakiyle çok büyük bir merasim yapılmış. Hafızlar, üç gün içinde Kur’ân-ı Kerim’i ezber olarak baştan sona okuyorlar, câmiyi dolduran cemaat de dinliyor. Köylülerimiz, ilçe merkezinden ve çevre köylerden gelen hocaları ve misafirleri merasim bitinceye kadar evlerinde misafir ediyorlar. Oğulları hafız olan babalar da köylülere ve misafirlere yemek ikram ediyorlar.

Babam ve arkadaşları hafızlıklarını bitirdikten sonra biraz has okuyorlar yani tekrar yapıp ezberlerini kuvvetlendiriyorlar. Biraz da köy işlerinde çalıştıktan sonra askere gidiyorlar. Askerden geldikten sonra da komşu köyümüz olan Alatarla köyünde biraz Arapça okuyorlar. Osmanlı zamanında Alatarla köyünde resmi medrese varmış. İşte o medresenin yaşlı müderrislerinden biraz Arapça okumuşlar. Bu arada yeni hafızlığını bitiren genç, delikanlı ve bekâr olan Hasan Çelebi, bir yolunu bulup İstanbul’a gitmiş. Tâlim, tecvid ve Tashih-i hurûf okuyup Üsküdar İskele Câmiine müezzin olmuş. Babam ve arkadaşları da kalkıp İstanbul’a gitmişler.

İstanbul’daki hayatı hakkında neler biliyorsunuz?

Babam ve arkadaşları İstanbul’a gidince Üsküdar Çinili’de barınacak bir yer bulmuşlar. Selimiye Câmii imamı ve kurra hafız olan Tahsin Efendiden tâlim, tecvid ve tashih-i hurûf okumaya başlamışlar. İlk günler çok sıkıntılı geçmiş ama dayanıp sabretmişler. Açıkta kalmışlar, aç kalmışlar, parasız kalmışlar ama sabretmişler. Birbirlerini destekleyerek, paylaşarak dayanmışlar. Bu arada Hasan Çelebi, askere gitmek için görevden ayrılmış. Babam, imtihana girerek İskele Câmiine müezzin olmuş. Diğer arkadaşları da kısa zamanda görev almışlar. İki yıl Üsküdar’da hem görev yapmışlar hem de Tahsin Efendiden okumuşlar. 1957 ve 1958 yılını böyle geçirmişler. İki sene içinde Hafız Tahsin Efendiden almaları gereken ilmi alıp biraz da maddi bakımdan rahata kavuşunca müftülükten yıllık izinlerini alıp köye gelmeye ve büyükleri izin verirse eşlerini ve çocuklarını alıp İstanbul’a gitmeye karar........

© İnsaniyet