menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Bir Duanın Geçen Yüzyıla Yansıyan Bereketi

9 0
03.06.2025

Kaynaklarda, Hazret-i Ömer’in Müslüman oluşunda Efendimizin bir duasının tecellisinden bahsedilir. Sözkonusu duasında Efendimiz Rabbimizden iki Ömer’den birisiyle kendilerine destek istemektedir. Bu duadan, iki cengâver olan Ömer bin Hattab ve Amr bin Hişam ikilisinden Hazret-i Ömer nasiplenir. Amr bin Hişam ise Ebu Cehil lakabıyla yani cehalet içinde ömür sürer. Bu olaydan sonra müminler rahat bir nefes alırlar. Kâbe’de namaz kılmaya yani o zamanın meydan yeri olan Kâbe’de var olduklarını göstermeye başlarlar.

Bu duanın geçen yüzyılda da önemli tecellileri vuku bulmuştu. Konuyu biraz açıklayınca bu tecellinin ne olduğu daha net olarak anlaşılacaktır.

Tecellinin gerçekleştiği alan, şiir vadisidir. Dilleri keskin, anlatımları güçlü ve toplumları etkileme becerileri yüksek olan şairler, bu özellikleri ile toplumların yönlendirilmesinde önemli rol oynarlar. Bazı şeyleri savunmak da onların maharetleri arasındadır. Asr-ı saadette şiirin önemli bir rolü olduğu gibi, günümüzde de şiir önemli bir enstrümandır. Bu yazıda şiir vadisinde gerçekleşen, toplum nezdinde İslam’ın ve Müslümanların desteklenmesine katkı sağlayan kişilerle ilgili oldukça ilginç bir tablo gözler önüne serilecektir.

Birinci ikili için önce bir anekdotu hatırlamakta yarar var. Devrin Başbakanı Recep Peker, Necip Fazıl’ı Ankara’ya makamına getirtir ve kapalı gişe sahnelenmekte olan Bir Adam Yaratmak oyunu ile ilgili, bu oyunu sen mi yazdın, diye sorar. Cevap, elbette, evettir. Başbakan, senin gibi Türkiye’nin iki numaralı adamı nasıl oluyor da Müslüman olabiliyor, diye şaşkınlığını belirtir.

Bir edebiyat tarihine göre bu ikiliden biri Nâzım Hikmet, diğeri de Necip Fazıl’dır. İsmail Habip Sevük, Türk Yenilik Edebiyatı adlı kitabında 1923 sonrası Türk nazmı başlıklı bölümde ilk başta Nâzım’a iki sayfa, Necip Fazıl’a da buna yakın yer verdikten sonra “ve diğerleri” başlığı altında geriye kalan şairleri birer cümleyle geçiştirir.

Nâzım Hikmet ile Necip Fazıl, Heybeliada Bahriye Mektebinde farklı sınıflarda birlikte okumuşlardır. İkisi de ta o zamanlar şiirle meşguldürler. Otuzlu yaşlara kadar Türkiye’nin en güçlü şairleri olarak anılmaktadırlar. Bu dönemde uzaktan da olsa birbirlerini izlemektedirler.

1934 yılında Necip Fazıl, o genç şair, benlik vadisinde yalpalamaktan, bohemlikten kurtulur. Giderek yeni bir kimlik bulma cehdine girişir. Abdülhakim Arvasi’nin yol göstericiliğinde ama Çile şiirinde anlattığı gibi biraz da kendi gayretiyle yeni bir ufka doğru kanat açar. Nâzım ise başka bir yöne gider. Onun gittiği yolun sonu Moskova’ya çıkmıştır.

Necip Fazıl, açıldığı yeni ufuklarda hem kendi cevherini bulmaya hem de kendisine hediye edilen “yepyeni bir dünya”yı keşfetme yolculuğuna çıkar. Bundan sonraki dönemde yolculuğu, dili, sanatı, şiiri, aklı, fikri hep bu yeni ufkunun hizmetindedir. Allah demenin yasak olduğu zamanlarda, Büyük Doğu dergisinde “Allah’a itaat etmeyene itaat olunmaz” düsturunu yayınlama cesaretini gösterir.

“Makineleşmek” isteyen Nâzım’la “O’nun ümmetinden olma”yı tercih eden Necip fazıl, şair olmak bakımından aynı kulvarda koşsalar da o kulvarın apayrı vadilerinde yolculuklarına devam ederler. Birinin yönü kuzeye, diğerinin yönü güneye doğrudur.

Hazret-i Ömer’in İslam’la şereflenmesi sonrası sayıları kırk kişiye ulaşan müminler topluluğunun Mekke’nin meydanına çıkıp namaz kılmaya başlaması gibi, Necip Fazıl da, kendi ifadesiyle, bir avuç insanla fikir meydanına çıkmış, kalemi, dili ve bazı tavır alışlarıyla canhıraş bir mücadeleye girişmiştir. Bu uğurda yetmiş kadar eser vermiş, neredeyse ömrünün sonuna kadar Büyük Doğu adlı, Türkiye’de en etkili dergiyi çıkarmış, en netâmeli konularda kalem oynatmış, hapislerde kalmak pahasına gerçekleri dile getirmekten vaz geçmemiştir. Bu hizmetlerinden dolayı Anadolu insanının gönlünde “üstad” payesine erişmiştir.

Bu, bana hep Allah Resulü’nün Hazret-i Ömer için yaptığı duanın geçen asra olan yansıması yani bereketi olarak gözükmüştür.

Bunun üzerinden yirmi yıl geçer. Ellili yıllardır. Ufukta ikinci bir ikili şair gündemine gelir. Siyasal Bilgilerde öğrenime başlayan Sezai Karakoç ve Cemal Süreya, bu iki şair, sıkı fıkı arkadaştırlar. Orhan Veli’nin yerlerde süründürdüğü Türk şiirine genç şairler olarak el........

© İnsaniyet