Bünyamin Erul Hoca ile Bir Baba ve Bir Oğul Hikâyesi… (2) “İnanç ve Geleneğimiz Aileyi Oluşturur.”
– Muhterem hocam, söyleşimizin ikinci bölümüyle birlikteyiz. Babanızın size harçlık verirken yaşadığı zorlukları görünce ilahiyat fakültesi öğrencisi olmanıza rağmen tekrar görev aldınız. Okul bitip akademiye dâhil olduktan sonra Mısır’a araştırma yapmak için bir yıllığına gittiniz. Yola çıkarken babanız size bir şeyler verdi, neydi hocam o…
– Eyvallah hocam teşekkür ederim. Bu sorduğunuz husus benim için çok önemli ve zannedersem okuyucularımız için de ilginç gelecektir. 1989’da MEB bursuyla bir yıllığına Mısır’a eşim ve o zaman 3 yaşında olan oğlum ile gidiyorum. Ayrılacağımız zaman babam elinde bir demet parayı bana uzattı ve dedi ki: “Oğlum bu parayla kitap alacaksın. Başka hiçbir ihtiyacın için değil sadece kitap almak için veriyorum. Sen bir ilim ehlisin, kitap sizin için en önemli kaynak ve bundan mahrum kalmayasın.”
Babam tam 4 bin Mark biriktirmiş. Bana verdiği miktar 4 bin Mark idi. Çok iyi bir para aslında.
– Neredeyse 120 bin lira gibi bir şey yani.
– O parayı ben hakikaten hiç harcamadım. Babamın sözünü tuttum. Harcamayı Uluslararası Kahire Kitap Fuarı’na sakladım. Ben aylarca hangi kitapları alacağıma dair uzunca bir liste oluşturdum. Fuara gidiyorum, mesela bir yayınevi 0 indirim yapıyorsa benim listeyi görünce “sana @ indirim yaparım” diyor. Neticede ben Mısır’dan 550 kilo yani 11 koli kitap ile döndüm. Oradan temel kaynaklarımı, ihtiyacım olan öncelikli kitaplarımı getirdim ve böylece şahsi kütüphanemi oluşturmuş oldum. Yıllar sonra babam fakültedeki odama geldiğinde “Baba bak, bu kitapların hepsini senin verdiğin o paralarla aldım” dedim, çok memnun oldu. Hâlâ o kitaplarla çalışmalarımı sürdürmekteyim, inşallah babamın amel defteri açık kalmaya devam eder.
– İlginç hakikaten. Bir sade insanın, köylü, okumamış bir insanın, yani oğlu da olsa neticede “yavrum harcarsın, ihtiyaçlarını görürsün” demesinden ziyade kitaba odaklanması çok özel bir hassasiyet.
– Atladığım bir şey daha var bu konuda. Gerede İmam-Hatip Lisesi’nde öğrenci iken Mehmet Demir diye Maraşlı bir hocamız vardı. (Pandemide vefat etti, Allah rahmet eylesin) İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nden mezun olmuş ve ilk defa öğretmen olarak Gerede’ye atanmıştı. Altı ve yedinci sınıfta bizim bazı derslerimize girdi. Baktım hakikaten çok güzel ve başarılı bir hoca, iyi bir hafız, Arapçası çok iyi, edebiyatı çok iyi, bizim tefsir, hadis, hitabet gibi birkaç dersimize girdi. Beni severdi, okumaya karşı ilgimi de bildiği için bir gün: “Bünyamin, Çağrı Yayınları Kütüb-i Sitte’yi basacakmış ve Millî Gazete’de bir kampanya başlatmışlar. Babanla konuş, 12 milyon lira yatırınca bir sene sonra sana 20 ciltlik bu temel hadis kitapları gelecek. Sen bu imkândan yararlan.” dedi. Hocayı çok sevdiğim için hoca bir şey diyorsa mutlaka faydalıdır diye düşünüyorum. Hemen bunu babama söyledim. “Tamam oğlum, hemen alalım!” dedi.
Babam o zaman köyde ufak tefek alışveriş yaparak geçimini zar zor sağlıyor. 12 milyon lira da çok iyi bir para. Mehmet Hoca kendisi belki de öğretmen maaşıyla o kampanyaya katılmamıştır. Babam bir iki etmedi, hemen parayı yatırdı. Bir sene sonra benim 20 ciltlik bir hadis külliyatı setim oldu. O zaman için henüz benim Buharî, Müslim, Tirmizî okuyacak kadar Arapçam yok aslında ama Kütüb-i Sitte aldım diye çok sevindim. Böylece önemli bir adım atmış oldum hocamın ve babamın vesilesiyle…
– İmam Hatip’te Kütüb-i Sitte’niz oldu yani!
– Elhamdulillah. İmam-Hatip yedinci sınıfta benim Kütüb-i Sitte’m oldu. Babamın itiraz etmeden kabul etmesi, ‘Oğlum, daha ne olacağın, okuyup okumayacağın, hangi fakülteyi seçeceğin belli değil’ demeden kitabı alması çok anlamlıydı benim için. Çünkü İmam Hatip’teyiz, kazanırsak üniversite okuyacağız ama hangi fakülte belli değil. Hangi alana yöneleceğiz bilmiyoruz. Ama kader ağlarını örüyor. Biz Ankara İlahiyat Fakültesi’ni kazandık. Öğrenciyken önceleri hedefimizde hadis alanı yoktu. Biz üçümüz, Mehmet Görmez ve Mehmet Emin Özafşar aynı sınıftayız ve İslam Hukuku’nu istiyoruz aslında. Kendimizi ona göre hazırladık. Sonra bir el bizi hadis alanına yönlendirdi. Birlikte başladık yüksek lisans yapmaya, sonra doktora yaptık ve tahsil hayatımız öylece devam etti. Ve babamın bana ta o zaman aldığı Kütüb-i Sitte, her zaman kullandığım en temel kaynaklarım oldu. Hâlen de kullanmaya devam etmekteyim.
Anlattığım bu olaylarda da görüleceği gibi, Rabbim rahmetiyle muamele eylesin, babam bana hep bir arkadaş gibi oldu, beni hep destekledi ve onun hayatındaki belki en büyük hedefi beni yetiştirmekti. Hamdolsun Rabbime, ben de bu yolda hep gayret ettim. O da bunu gördü, görmek nasip oldu. Hedefine ulaştığını gördü ve benimle hep gurur duydu.
Babam hacca yazıldı, birinci yıl çıkmadı, ikinci yıl çıkmadı, üçüncü yıl çıkmadı. Köyde eş dost sağdan soldan onu tahrik ediyorlar. ‘Senin oğlun istese seni götürebilir ama o istemiyor’ gibisinden. Dördüncü seneydi. Ben o zaman Din İşleri Yüksek Kurulu üyesiyim. O yıl, DİB, beni hac irşad ekibi içerisinde hacca görevlendirdi. O yıllarda, ücretlerini ödediğimizde eşlerimizi de götürebiliyoruz. Eşime ‘benimle hacca geliyor musun?’ dedim, eşim çocukların okulları, sınavları olduğu için gelemeyeceğini söyledi. O zaman ben Diyanet’e gittim ‘babamın ücretini vermek şatıyla onu yanımda götürmem mümkün mü?’ dedim. Tamam dediler. Babamı aradım ve dedim ki: ‘Baba benimle gelirsen ben 18 günlük kısa bir hac yapacağım çünkü derslerime yetişeceğim. Yok ben kurayı beklerim, 30-35 günlük uzunca bir hac yapayım diyorsan bekleyeceksin. Ne dersin?’ dedim, babam ‘Oğlum seninle geleyim’ dedi. Birlikte hocaların arasında, oldukça güzel bir hac yaptık. O da hocaları çok severdi. Hamdolsun sözün kısası, neticede babam ektiğini biçmiş oldu.
– Babanızın bir de Kur’an okuma olayı vardı, onu da anlatır mısınız hocam?
– Babam iki yaşındayken babasını kaybetmiş, dedem askerden dönmüş ve belki de apandisit gibi basit bir şeyden dolayı vefat etmiş. İlahiyatta okurken, ayda bir köye gittiğimde babam, “Dedene bir Kur’an okuyuver” derdi, ben de okurdum. Bir gün aklıma geldi. Bizim Gerede eskiden çok soğuk olurdu. Yani 7-8 ay kadar kış olurdu. Tabii o dönemlerde ellili yıllarda şehre göç falan olmadığı için köyde pek çok genç vardı. Gençler için de o zamanlar bir araya gelecekleri tek mekân, köy odası ve cami idi.
Bizim oralarda hemen her genç camide imamdan Kur’an okumayı öğrenir. Yarım hafızdır, tam hafızdır, ne bileyim en azından imamlık yapabilecek şekilde bir şeyler öğrenmiştir. Bir gün aklıma geldi, ‘Baba sen çocukluğunda hiç Kur’an okumadın mı?’........
© İnsaniyet
