Medine’den Payitahta Dersaadet’ten Başkente
Fethinin 700. Yılında Bursa’ya
Medeniyet kelimesi, medine kelimesinde türemiştir, bu kelime de Arapçada şehir anlamına gelmektedir. Hicretten sonra Müslümanların bağımsız bir devlet kurmaları sonucu Yesrib’in adı Hz. Peygamber (sav) tarafından Medine ya da Medine-i Münevvere olarak değiştirilmiştir. İslâm medeniyeti Mekke döneminden sonra esas itibarıyla Medine’de kurumsallaşmış ve yeryüzüne yayılmıştır. İslâm medeniyeti bu anlamda bir şehir medeniyetidir. Müslümanlar hem fethettikleri kadim şehirleri hem de kendi kurdukları şehirleri İslâm medeniyetinin özellikleri ile bezemişler, bu şehirleri birer Müslüman şehri olarak donatmışlardır. Hazreti Ali, Medine’deki iç karışıklıklardan ve özellikle Cemel Vakası’ndan sonra, 36/656 senesinde İslâm devletinin merkezini Hazreti Ömer tarafından kurulan Kûfe’ye taşımış ve burası bir müddet başkent olarak kalmıştır (Casim Avcı, “Küfe”, DİA, cilt:26, s. 340). Hazreti Hasan, Müslümanlar arasında yeniden çatışma çıkmasını istemediğinden şartlı olarak Muaviye lehine hilafetten vazgeçmiş ve Muaviye yeni kurduğu saltanatın (Emevîler) başkentini Şam (Dımaşk) olarak belirlemiştir. Son Emevî Halifesi II. Mervan bir müddet Harran’ı başkent olarak seçmiş ise de gittikçe büyüyen Abbasî ihtilalinin önüne geçememiş ve 750 tarihinde Abbasi askerleri tarafından öldürülünce Emevî devleti yıkılıp, yerine Abbasiler iktidara geçmiştir (Ramazan Şeşen, “Harran”, DİA, cilt:16, s. 238).
Abbasiler yeni yönetim merkezi olarak İran topraklarını tercih ettiler ve ilk olarak 132/749 senesinde Kûfe Ulu Camii’nde devletin kurucusu Ebü’l-Abbas es-Seffâh’a biat edilmesiyle Kûfe Abbasiler’in başkenti olarak yeniden tarih sahnesine çıkmıştır. İlk Abbasi halifesi es-Seffâh bir müddet Fırat’ın doğu yakasında küçük bir şehir olan Haşimiye’yi, kısa bir süre de Enbar şehrini kendisine merkez olarak seçmiştir. Abbasi halifesi Ebû Cafer el-Mansûr Dicle kenarında Sasanî Devleti’nin eski başkenti Medâin harabeleri yakınında yeni bir şehir kurdu ve adına “Medinetüsselâm” dedi. Burası uzun yıllar Abbasilerin başkenti olarak devam eden ve eski bir İran köyünden adını alan Bağdat şehridir. Abbasi ordusunda Türk nüfuzunun artması sonucu Halife Mu’tasım Sâmerrâ şehrini kurmuş ve devletin başkentini buraya taşımıştır. 836-892 seneleri arasında burası devlet merkezi olarak ön plana çıkmıştır. Abbasi halifelerinden Mu’tasım, Vâsık, Mütevekkil, Müntasır, Müstaîn, Mu’tez, Mühtedî, Mu’temid Sâmerrâ’da görev yapmışlar ve devleti buradan idare etmişlerdir (Nahide Bozkurt, Abbasiler, İSAM, İstanbul 2014, s. 83-93). Daha sonra Bağdat yeniden başkent olacak ve 1258 yılında Moğollar tarafından yakılıp yıkılına kadar başkent olarak devlet yönetmenin ötesinde dünya ilim başkenti olarak da öne çıkacaktır. Şairler bu dönemde Bağdat’ı yeryüzünün cenneti olarak tavsif etmişlerdir. Güzel bahçeleri, yeşil çayırları, muhteşem dekorasyonlarla süslenen sarayları ile meşhur bir şehirdir. Bu doğal güzelliklerinin yanısıra Bağdat önemli bir ilim ve kültür merkezi olmuştur. Hanefi ve Hanbeli mezhepleri burada doğmuş, Beytülhikme gibi önemli ilim merkezleri bu şehirde kurulmuş, birçok âlim, şair ve yazar bu şehirde yetişmiş, birçok kütüphane ve kitapçı dükkânı burada faaliyette bulunmuştur (Abdülaziz ed-Dûrî, “Bağdat”, DiA, cilt:4, s. 429).
Abbasilerin hüküm sürdüğü dönemlerde Endülüs’te yeni bir hilafet oluştu ve III. Abdurrahman burada Endülüs Emevî halifeliğini kurdu ve Kurtuba’yı başkent........
© İnsaniyet
