Kav Yolundaki Adam
Üçüncü cemre de düşmüştü. Toprak uyanmış, karasabanın bağrını açıp içindeki tavı dışarı akıtması için can atıyordu.
Günün ilk saatleri, güneş doğdu doğacak. Şeyho, çifte süreceği öküzlere bir saat önce son yemlerini vermişti. Bir iki saat sonra sabanı ve boyunduruğu ata yükleyerek öküzleri önüne katacak ve tarlayı sürmeye gidecekti.
Dış kapının tahta mandalını açtı, kapının gıcırdaması evin içinde yankılandı. Dışarısı serindi, baharın havasını içine çekti. Bu hava rahatlatıyordu. Biraz önce evin ara bölmesinden geçmişti. Evin bu bölmesinin duvarları sac ekmeği yapılırken oluşmuş isten görünmüyor. Duvara sinen o is kokusundan sonra dışarıdaki kokunun tarifi yok.
Evden uzaklara baktı. Tabiatta büyük bir yenilenme gördü. Yeryüzü adeta giysi değiştiriyordu. Bu değişiklik sadece renkte değildi. Zaten bahar da sadece mevsim olarak görülmüyordu, aynı zamanda en güzel kokuların uyumuydu.
Yönünü tekrar köye çevirdi; köy, beş on evden ibaretti. Buraya yerleşeli yaklaşık yirmi beş yıl olmuştu. Dile kolay, ilk çocukları burada doğdu, ilk eşini burada toprağın bağrına teslim etti. İkinci evliliğinden sonra da buradan ayrılmadı. Güçlünün haklı olduğu dönemde çok çile çekmiş, büyük haksızlıklara uğramıştı. Geçmişte yaşadığı sıkıntıları iyi bilen bir tanıdığı,
“Şeyho! Balık derede büyümez, çayda büyür. Balık çayda büyümez, nehirde büyür. Balık nehirde büyümez, denizde büyür. Sen mezrada kalacağına büyük bir köye, büyük köyde kalacağına, ilçe merkezine hatta mümkünse şehre git yerleş. İmkânlar önüne yeniden çıkar.” demişti. Oralı olmadı, geçmişin karmaşasına, kavgalarına, özlemlerine sünger çekti. Birkaç evlek tarla aldı, onunla geçimini sağlamaya çalıştı.
Altmışını geçiyordu, artık yorulduğunu hissediyordu. Uzun bedeni ayaklarına ağır gelmeye başlamıştı. Kırışıklıklar yüzüne yayılmış, ağaran sakalları tenine dervişlik havası veriyordu. Gençliğinden yaşadığı sıkıntılardan olmalı asabiydi. O eski sinirli halinden fazla bir şey kalmamıştı, eskiden de sinirleri erken yatışırdı zaten. Gök gibi gürler, birkaç dakika sonra o gürlemeden geriye bir şey kalmazdı. Eşi Zeliha ve çocukları eski halden kalan alışkanlıktan olmalı, çağrıldıklarında hemen yanı başında hazır bulunurlardı.
Çocuklu evlerin bacalarında duman yayılıyordu. Dumanın ince ince yayılmasına bakılırsa akşamdan sobada kalan közlerin üstüne çalı çırpı eklenmiş olmalı. Çoğu zaman bu saatlerde teneke sobaların üstüne bir tencere çorba da bırakılırdı.
İçeri doğru adım attı, Ramazan’ı sordu. Ramazan büyük oğluydu, o da bu saatte sürüyü çoktan çaya doğru inen bayırlara sürmüş olurdu.
” Zılha!” dedi.
Zılha hemen dışarı koşuşturarak çıktı.
“Nevale hazır mı?”
“Evet, birkaç adet sac ekmeğine hafif su serperek nemlendirdim, bulgur pilavını tabağa, çorbayı da bakraca boşalttım. Şimdi ekmeği katlayıp bohçaya sardım mı her şey tamamdır. Biraz pekmez de şişeye katmamı mı ister misin?”
“Biraz kat, ama az olsun, şişenin ağzını sıkı kapat, ekmeğe dökülmesin, ardından gel, şu hayvanın yularından tut, sabanı hayvana yükleyelim.”
Zılha, atı yularında tuttu. Zavallı hayvan, daha semere yeni gelmişti. Her tıkırtı sesine kulak kabartıyor, tepki veriyordu. Şeyho, boyunduruğu ve sabanı ata yükledi. Ufak parçaları ve nevalesini heybeye koyarak öküzleri önüne kattı ve tarlaya tam yol alacakken yeleği aklına geldi. Öküzlerden birini geçen hafta satmış ve alıcı parayı dün göndermişti. Parasını sütuna astığı yeleğin cebine koymuştu.
“Zılha, sütunda asılı yeleğimi getir.” dedi.
Zılha, bir koşum yeleği getirdi. Yeleğin iç cebine baktı, para yerli yerindeydi.
Üç beş adım attı, sonra kulaklarını akan suların sesine verdi. Su sesinin gürül gürül akması kendisini rahatlatıyordu. Öteden beri iki sese pür dikkat kesilirdi. Çobanın kavalını saatlerce oturup dinlediği gibi suyun sesini de saatlerce dinleyebilirdi.
Köyün etrafında iki çay akar. Batıdan akıp köyün güneyine doğru bir yay çizen Kalburcu Çayı, dağların oyuğunda çağlayarak aşağı doğru akıyordu. Köyün hemen doğusunda küçük bir kuru çay akıyordu. Kuru çayın yazın debisi tükenedursa da ilkbaharda Helof Dağı’ndan aşağıya kadar bütün derelerin sularını toplar köyün altlarında Kalburcu Çayı ile birleşirdi.
Bugün sürülecek koruluk tarlası iki çayın birleştiği yerdeydi. Şeyho, gün boyu bütün sesleri bastıran su sesini duyacaktı. Kuruçayı geçen hayvanlar, dünden kalan işlerinin farkındalarmış gibi tarlanın yolunu tuttu. Şeyho, tarlaya varınca ata yüklediği malzemeyi yavaşça indirdi. Hayvanı yoncaya doğru çekerek ipi bir çalıya bağladı.
Öküzlerin boyunlarına boyunduruğu geçirdi. Boyunduruğu zevle ile sabitledi. Sabanın ağaç bölümünü şimşirden yaptırdığı boyunduruğa, demirini de halata sabitleyip bağladı. İşe başlamadan sürüme koyduğu........
© İnsaniyet
