Güz Sonatı
“Hayatla, suçlarının hafifletileceği bir sistem kurmuşsun. Ama bir gün anlaşmanın tek taraflı olduğunu göreceksin. Tıpkı herkes gibi, bir gün sen de içinde barındırdığın suçluluk duygusunu keşfedeceksin.”
“Annesinin yarattığı kadınlar” tabirini bilir misiniz? Doğurduğu canlıyı, kendini gerçekleştirmek ve dünyaya köklerini salmak için adeta kendisinin bir kopyası gibi yetiştiren anneler için kullanılıyor. Schopenhaur’un “Aşkın Metafiziği” kitabından yola çıkarsak bu gayet normal çünkü kadın, türün devamını sağlamak için doğasının gereğini yapmaktadır.
Merhamet mi, Güç İstenci mi?
Çocuklarını bir iktidar alanı olarak kullanmak, anneliğin içgüdüsel bir tavrı mıdır? “Anne merhameti” dediğimiz şey, üstü örtülü bir güç istenci olmasın? Bu soruya psikologlar cevap arayadursun, biz esas meseleye odaklanalım. Annesinin yarattığı kadınların aksine bir de annesinin yok saydığı kadınlar vardır.
Kariyeri için çocuklarını ihmal eden annelerin eleştirisini en iyi yapan, anne-kız yüzleşmesini olağanüstü bir dille aktaran bir filmdir “Güz Sonatı.” Dünyanın en iyi yönetmenleri arasında gösterilen Ingmar Bergman’ın 1978 yapımı filmi “Güz Sonatı-Höstsonaten”, annenin erkek çocuk üzerinde oluşturduğu iktidarın tersine, kız çocuğu üzerinde bıraktığı derin yaraları işliyor.
Yok Sayılmanın Dayanılmaz Öfkesi
Bastırılmış öfkeler, ortaya çıkacağı günü bekler. “Güz Sonatı”, aile kurumunun en kırılgan yönlerini açığa çıkaran, anne-çocuk ilişkisine dair sert ve bir o kadar da insani bir yüzleşme öyküsüdür. Film, dünyaca ünlü piyanist Charlotte’un (Ingrid Bergman) uzun yıllar ihmal ettiği kızı Eva’yı (Liv Ullmann) ziyaretiyle başlar. Yüzeyde sıradan bir aile buluşması gibi görünen bu karşılaşma, aslında yıllardır bastırılmış öfkenin, söylenemeyen sözlerin ve anne ile kız arasındaki kırılgan bağların derin bir çözülüşüne dönüşür.
Freudcu bir çerçeveden bakıldığında Charlotte, “baskın anne imgesi”nin olumsuz yönlerini taşır. Eva’nın hayatındaki melankoli, annenin ilgisizliğinin yarattığı bir “nesne kaybı” travmasıdır. Eva’nın sürekli annesinin onayını araması, Freud’un “tekrarlama zorlantısı” (repetition compulsion) kavramıyla açıklanabilir: çocuklukta karşılanmamış bir ihtiyaç, yetişkinlikte yeniden sahnelenir.
Jungcu açıdan ise filmde anne ve kız arasındaki ilişki, bireyleşme sürecinde “anne arketipi”nin gölgesini taşır.........
© İnsaniyet
