Ahmet Zarifoğlu ile Bir Baba ve Bir Oğul “Babamızı Kaybettik Ama Onlarca Baba Dostuyla Hayatımıza Devam Ettik.”
Ahmet Bey, edebiyatımızın güzel insanlarından Cahit Zarifoğlu’nun sessiz yaşayan ama kıymetli şeyler üreten bir evladısınız. Bu konulara geleceğiz ancak önce sizi şöyle ana hatlarıyla bir tanıyalım.
Gerçekten çok doğru bir başlangıç oldu. Sessiz sedasız yaşayan biriyim genel olarak. Hayatı dolu dolu yaşamayı severim ama bu genellikle biraz kendi hâlinde olur. İsmim Ahmet Fehim Zarifoğlu. 1980 Ankara doğumluyum. Dört kardeş de Ankara’da doğduk ve 83’te İstanbul’a taşındık. Lise yıllarından itibaren (rahmetli) Erdem Bayazıt’ın kardeşi (rahmetli) Ahmet Bayazıt’ın ajansında, Ajans 1400’de kamera asistanı olarak işe başladım. Uzun seneler Görüntü Yönetmeni olarak televizyon, kültür belgeselleri ve sinema işleri ile uğraştım. Beykent Sinema Televizyon mezunuyum. Son birkaç senedir Ketebe Yayınlarında editörlük yapıyorum.
Çok teşekkür ederim. İsterseniz önce merhum babanızdan başlayalım. Büyük bir şair evladı olmanın sorumluluğu olduğunu düşünüyor musunuz? Çevrede, gittiğiniz yerlerde bunu öğrenen insanların tepkisi nasıl oluyor?
Kesinlikle sorumluluğu oluyor. Babanız bir şair/yazar olduğunda size de mutlaka “sen de yazıyor musun?” soruları geliyor. Yazıyor olsaydım, yazdıklarımla çizdiklerimle de büyük bir sorumluluk almış olacaktım. İster istemez ürettiğim işler ilk başta babamla kıyaslanacaktı gibime geliyor. Cahit Zarifoğlu halka mâl olmuş bir isim. Duruşuyla, ahlakıyla, yaptığı güzel işlerle anılan bir isim, biz de çocukları olarak bu güzel anılmaya layık olma ve hayatımızı bunun üzerine yaşamak zorunda hissediyoruz. Ne kadar layığız ve ne ölçüde güzel bir hayat yaşıyoruz bilemiyorum ama çabalıyoruz inşallah. Birileriyle tanıştığımda ve Zarifoğlu olduğumu öğrendiklerinde çok mutlu oluyorlar. Her defasında babamın ne kadar değerli biri olduğunu anlamış oluyorum. Gurur verici bir durum şükürler olsun.
Babanızı kaybettiğinizde henüz yedi yaşındaydınız. O döneme dair hafızanızda en çok yer eden anılar nelerdir?
Babamla ilgili belleğimde en çok yer eden anılar, onun sessiz ama sıcak varlığıyla ilgili. Oyun oynarken ya da ona bir şeyler anlatırken beni dikkatle dinlediğini, bakışlarında hep şefkat taşıdığını hatırlıyorum. Fakat bir yandan da hep bir içe dönüklük vardı; sanki dünyaya belli bir mesafeden bakıyormuş gibi. Bu durgunluğunu hiç unutamıyorum. Aklıma gelen bir başka unutulmaz anı ise, akşamları eve gelişlerinde yaşanırdı. Her seferinde, sanki onu uzun zamandır görmemişiz gibi hep birlikte kapıya koşar, büyük bir sevinçle karşılardık. O da her birimizi tek tek kucaklar, severdi. Perşembe geceleri yerde oturup mevlit yapardık. Namaz kılar, babamın ardından duaları tekrar eder sonra meyve ve kuruyemişle geceyi tamamlardık.
Yine aklımdan hiç çıkmayan anılarımdan biri ise, babam hastanede yattığı dönemde bizden ona mektup yazmamızı istemiş. Sabah annem bizi okula hazırlarken bir yandan da babanıza notlarınızı yazın dedi… Biz de -Arife hariç, onun yaşı çok küçüktü- babamıza kısa notlar yazmıştık… Annem onu hastaneye götürdü ve babam da okuyup ağlamış. Benim yarım yamalak yazdığım şey: Sevgili babacığım, nasılsın? Karnın ağrıyor mu? Umarım iyileşirsin. Bizi merak etme biz iyiyiz.” idi…
Son olarak da her pazar günü mutlaka ailece dışarı çıkardık. Hava güneşli de olsa, yağmurlu da olsa, yaz kış mutlaka pikniğe, gezmeye, dedemlere, dayımlara veya Moda parkına mutlaka giderdik. Yoğun çalışma temposu nedeniyle sadece hafta sonu ailece birlikte olduğumuzdan dolayı buna çok önem gösterirdi. Bazen annem ekmek arası köfte patates vs. hazırlardı, parkta onları yerdik. Hayal meyal o gezmeleri hatırlıyorum.
Babasız büyümek nasıl bir duygu? Nasıl bir eksiklik hissettiniz?
Babam, son 10 yılında vücudunda pankreas kanserini taşıyordu. Hastalığı, son 2-3 ayda onu hastanelik edecek raddeye kadar ilerlemişti. Biz dört kardeştik ve hepimiz çok küçüktük; babamı en çok hatırlayan Betül ablamdı, o zaman on yaşındaydı. Babamın durumu iyice ağırlaşınca ve tedaviler sonuç vermeyince, doktorlar artık (daha mutlu ve huzurlu olabileceği yer) eve götürebileceğimizi söylediler.
Babam, son günlerini Küplüce’deki dedemiz Kasım Arvas’ın evinde geçirdi. Vefat ettiği gün, açıkçası herkes ağladığı için ben de ağlamaya başlamıştım. Ölümün ne olduğunu tam olarak kavrayamıyordum. Ev her geçen dakika biraz daha kalabalıklaşıyordu; haberi duyan tüm sevenleri adeta akın etmişti eve ve çevresine. O gün ya da belki ertesi gün, zihnimde en çok yer eden anı ise Mustafa Ruhi Şirin’in bizi o hüzünlü ortamdan uzaklaştırmak için bakkala götürmesi, torbalar dolusu abur cubur almasıydı.
Genel olarak şunu söylemeliyim ki, babamızı kaybettik ama en az amcalarımız kadar yakın olan onlarca baba dostuyla hayatımıza devam ettik. Maddi ve manevi anlamda, biz yetişkin olana dek ilgilerini hiç eksik etmediler. Tek tek isim vermeme gerek yok,........
© İnsaniyet
