Aramızdan birini sessizce alıp götürürler hep
Bu yazı 07.12.2018 tarihinde Gazete Duvar’da yayımlanmıştır.
Sırrı Süreyya Önder (1962, Adıyaman) Türkiye’de güveni temsil eder. Sinemadan siyasete uzanan yaşamı içerisinde bu güven onu kitlelerle buluşturmuştur. Sanatta da siyasette de tek kriteri vardır: Samimi olmak. Önder, bu samimiyeti ile gücün değil doğrunun temsilcisi olmuştur. Gücü ise güçsüzlüğündedir, ne arkasında büyük bir medya ne serveti devasa boyutlara ulaşmış holdingler vardır.
Politika, Türkiye’de özgürlük tuzağıdır; çünkü bugüne kadar insanlara özgürlük vaat edilerek, onları tuzağa düşürmenin sanatı olmuştur. “Ben sizi temsil edeceğim” denilmiştir ama giderek bunu vaat eden, kendini bile temsil edememiştir ve anlam, tarih ve ideolojinin dinamik ruhu içinde uyurgezer bir hal almıştır. Sırrı, insanın kendi kendinin temsilidir. Kendi kendini temsil etmek isteyenler de ona gönül vermişlerdir; o, bu gönüllerin adayı olmuştur, bu gönüllerin kendisidir. Düşlerin bile kontrol altına alınmak istendiği bir ülkede, o ezilenlerin gördüğü düştür. Arkasında ağalar, patronlar, para babaları yoktur. Arkasında kendisi vardır: şiir vardır, roman vardır, fıkra vardır, kamera vardır.
Sırrı, Türkiye’nin çok-kültürlü bir ili olan Adıyaman’da doğmuştur. Buradaki göl ve ırmaklar, dağ ve ovalar bile birer kitap gibidir; insana inancın ulaşılmaz heykellere yontulduğu bir yerdir burası. Burada dağın oğulları Kürtler ve güneşin oğullarıErmeniler yaşarlardı. Daha sonra bu iki zenginliğe Türkmenler eklenmişlerdir. Türkmenler, ceylanları andıran atlarıyla buraya gelmişlerdir, iki halkla bütünleşmişlerdir; acılarını acıları bilmiş, sevinçleri sevinci olmuştur. Zora karşı birlikte isyan etmişlerdir. Baba İshak onlardan biridir. Birlikte üzümü dalından kopartıp pestile dönüştürmüşlerdir.
Sırrı bu zenginliği miras gibi almıştır. Babası Ziya, Ermeni ve Kürtlerle sıkı dosttur. Bu yüzden adı Adıyaman sınırları içinde Komünist’e çıkmıştır. Ne işler yapmaz ki babası; berberdir, parası olmayanı bedava tıraş eder; arzuhalcidir, köyden gelip yolu, okulu olmayanlara yol yordam gösterir, dilekçe yazar. Avukatların para ile yaptıkları işleri o kalbiyle yapar. Ziya, 67 yılından itibaren TİP için çalışmaya başlar. Başta merkez olmak üzere il ve ilçelerde örgütlenme çalışmalarına katılır. Arzuhal yazdığı kimselere bir de TİP’i anlatır: İşçi sınıfı, köylülerin sorunları, sosyalizm artık bir arzuhalden öteye geçer, pratik adımları içerir. Nihayet 1970’te parti çalışmaları hızlanır; Ziya, TİP Adıyaman il kurucu üyesi ve bir süre sonra da il başkanı olur. Ancak, hastalık da ağır ağır iler. Adliye önünde arzuhal yazan adam yorulmuştur. Karaciğerinde demir birikmiş, safra kesesi kalbine vuran ağrıların merkezi olmuştur. Sırrı, sekiz yaşındayken babası ölür. Evin direği yıkılmıştır.
Bu tarihte Sırrı Süreyya’ların evleri köylülerin odunlarını alıp sattıkları ve bu yüzden adı Oduncu Pazarı olan mahallededir. Kürtleri burada tanımıştır. “Konuşuyorlar, anlamıyorum” demiştir. Babası “bunlar Kürtler” demiştir. Kendisi onları iyi tanır; TİP’te Alevi Kürtleri örgütlemiştir.
Sırrı annesi ve dört kardeşi ile birlikte CHP’li dedesinin evine taşınır; başlarında bir çatı olması gerekir, bir de el kaldırdığında, eli indirecek erkek. Sırrı bir yandan okula gider diğer yandan bir fotoğrafçının yanında çırak olarak çalışır. Görme, buradan başlar; fotoğraf çekilmez, kaydedilir ve her yüz, her bakış bir bildiri gibi okunur. Sırrı bu yüzleri ikinci bir okul kitabı gibi okur ve buradan, sanatının kozasını da örer.
Sırrı, fotoğrafçılıktan büyük zevk alır. Ancak, buradan aldığı para ailenin geçimine yetmez (125 kuruş). Cep harçlığı kazanmak ve bir aileyi geçindirmek ayrı şeylerdir; 16 yaşına kadar, küçük geliri, büyük düşleri ile aile ekonomisine katkıda bulunur; bulursa bir yerlerden Nâzım Hikmet okur…
Bir süre sonra, yaşı 16 olup artık asgari ücret alacağı sırada Sıtma Savaş’ta çalışmaya başlar; 40 kiloluk pirinç pulvazrizatörle ilaçlama yapar. Burada sendikalıdır, iyi bir aylık da alır (1.100 lira). Kardeşlerine bakar. Eve ekmek götüren biri olur. Solculuk ağır basar ama; Sırrı burada, işyeri temsilciliğine kadar yükselir. Daha sonra Milliyetçi Cephe kurulur, emeğe dayalı iş ve iş yeri isteyenler kovulur. Sırrı ilk kovulanlardandır.
İşsizlik Türkiye’de gündelik hayatın bir parçasıdır. İktidarlar sürekli işsiz bırakırlar. Bunda amaçları kendilerine karşı olabilecek muhtemel direnişleri kırmaktır ve işsizliği bir kader haline getirmektir; kişiler ya iktidarın bir çarkı olur ya da, işsizliği bir kader gibi kabul ederler. Buradan arabeskin tarihi de başlar.
Ancak Sırrı hayatının kaderin elinde kalmasına izin vermez. Bir yüze bakıp ifade yakalayan fotoğrafçı, hayatın içine bakıp kendine işler kurar. Uzaktan uzağa bana bir kaldıraç verin, dünyayı yerinden oynatırımdiyen filozofun da sesi gelir. Bir yakını (kirvesi) ile lastikçi dükkânı açar. Zor iştir ama iş yerini kurmak için çok fazla araç ve gerece ihtiyaç yoktur. Tümü ile pratik bir zekaya ve insan bileğine dayalı bir iştir bu: Bir levye, tekerin hal ve ahvalini bilmek için bir mavi bir su leğeni bu iş için yeterlidir. Ancak bu işin parası iyi değildir. “Deftere yaz”, “bir dahaki sefer dönüşüne”, “gelecek aya” gibi sözlerle her zaman “iş yeri” mağdur edilir, iflas kaçınılmazdır!
İşte tam bu sırada (1 Haziran 1976) nüfus kâğıtlarının değişimi kararı alınır. Buna........
© İlke TV
