45 yıldır süren YOL(culuk) hikâyesi
Yılmaz Güney’in ismini eniştemin arkadaşı olması ve Isparta Cezaevi’nde onu ziyarete gidip gelmesi nedeniyle çok erken yaşlarda duymuştum. Güney’e dair her gelişme gazetelerden önce bizim geniş ailenin gündeminde yer alırdı. Bir ara sohbetlerinin en heyecanlı konusu, aldıkları bir habere göre Yılmaz Güney’in bayram iznine çıkan beş mahkûmun hikâyesinin anlatılacağı Bayram adında bir filmdi. Eniştem filmde figüran olarak oynatılacak çocuklara ihtiyaçlarının olduğunu ve Ayvalık’taki çekimlere götürüleceğini söylemişti. Bizim ailede çocuktan çok ne vardı ki? Sürüsüne bereket. Çok heveslenmemize rağmen babamın eniştemle küs olması nedeniyle gidememiş, kuzenlerimin çekimden döndükten sonra Tarık Akan’la olan maceralarını kıskançlıktan çatlayarak dinlemiştik. “Teknede bize rol icabı ağlayın dediler. Biz de ağlamaya çalışırken birbirimize bakıp gülüyor, bir türlü ağlayamıyorduk. Sonra birden tekne batıyor! diye bağırdılar. Bırak ağlamayı nerdeyse altımıza yapacaktık. Hepimiz yüksek sesle ağlamaya başladık, meğerse ağlamamız için bizi kandırmışlar. Biliyor musunuz Tarık Akan ahtapot yakalayıp kızarttı ve yedi” Ahtapot yenilir miydi ya! Kesin uyduruyorlardı. Neyse ki artık nasıl nazar ettiysek bizim kuzenlerin olduğu bölümler filmde kullanılmamıştı. Biz de onların hava atmasından kurtulmuş, rahat nefes almıştık.
Kan davası, kaçakçılık, töre cinayeti, mahpusluk, devlet baskısı, darbe etkisi, susturulmuş kadınlar, erken büyüyen çocuklar. Ülkenin doğu yakasında yaşanan bu ağır ve yakıcı hikâyeler filme dönüştürüldüğünde ne olur? Üstelik 12 Eylül askeri darbe koşullarında o da yetmedi cezaevinde bir yönetmenin çekimiyle nasıl anlatılır? Evet Yılmaz Güney’in önce Bayram olarak tasarladığı ardından ismini değiştirdiği, Cannes’da sol yumruğunu havaya kaldırarak aldığı ödüllü Yol filminden bahsediyoruz. Filmi üzerindeki yasağın kalktığı 1990’lı yıllarda Abdi İpekçi Spor Salonu’nu hıncahınç dolduran kalabalıkla birlikte efkarlanıp içilen sigara dumanından sis bulutuyla kaplı perdeden izlemiştim. Film ekibiyle çektirdiği fotoğrafı önüne gelene gösterip, inanmayan gözlerle bakanlara “Yemin ederim o filmde biz de vardık” diyen kuzenim Akın da yanımda oturuyordu. O günden beri her karesi aklımda olmasına rağmen defalarca izlemekten kendimi alamadığım bir film oldu benim için.
Tarık Akan’ın, Şerif Sezer’in, Meral Orhonsay’ın, Halil Ergün ve Necmettin Çobanoğlu’nun muhteşem ve sahici performanslarını unutmak ne mümkün.........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Gideon Levy
Sabine Sterk
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein